Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde
bir kasabada yaşayan bir karı koca vardı. Evleri biraz köyün dışındaydı ve
koruluğa çok yakındı.
Bu
koru da o kadar güzel o kadar güzeldi ki, anlatmakla tarif edilmez. Hele bahar
geldiği zaman kırmızı laleler, beyaz papatyalar açar, her taraf mis gibi
kokardı.
Son
yıllarda daha da güzelleşmişti koru. Etrafa mis gibi kokular yayılır, ağaçlara
bir sürü kuşlar konar, akşama kadar güzel şarkılar söylerlerdi.
Ama
insanlar arasında bir söylenti dolaşıyordu. Bu koruda periler yaşıyordu. Ondan
dolayı bu kadar güzelleşmişti.
İşte
bizim karı kocanın da Marry adında bir kızları vardı. Tatlı mı tatlı bir kız.
Akşama kadar arkadaşı Hans’la birlikte oynarlardı. Anne ve babaları koruya
gitmeleri konusunda sıkı sıkı tembih ediyorlardı ama merak da ediyorlardı.
Marry
ile Hans bir gün yine saklambaç oynuyorlardı. Hans ebe olmuştu. Marry nereye
saklanacağını düşünürken koruya saklanmak aklına geldi. Hans orada zor bulurdu
onu. Koşarak korunun içine daldı. Ağaçlar, çimenler, çiçekler, kuşlar o kadar
güzeldi ki, Marry büyülenmiş gibiydi.
Güzellikleri
seyretmek için bir ağacın altına oturdu ve orada farkına varmadan uyudu kaldı.
Bir müddet sonra uyandığında vaktin ne kadar geçtiğini bilmiyordu bile. Fakat o
da ne! Yanında küçük güzel bir kız vardı.
-
Sen
de kimsin, diye sordu.
-
Ben
bir peri kızıyım. Benim adım Pericik, biz bu koruda yaşıyoruz, sizi her
Zaman saklambaç oynarken seyrediyorum,
çok hoşuma gidiyor.
-
Neden
yanımıza gelip de oyunumuza katılmadın?
-
Biz
insanlar gibi değiliz, üstelik kraliçemiz de buna izin vermez, insanlara
görünmeyiz biz.
-
Ama
bana göründün!
-
Evet,
çünkü seni çok sevdim, ama lütfen dikkatli olalım da diğerleri fark
etmesinler arkadaşlığımızı.
Marry
büyülenmiş gibiydi. Sanki rüyadaydı. Annesini, babasını, Hans’ı unutmuştu bile…
-
Gel
seni gezdireyim Marry, dedi Pericik.
-
Benim
adımı da biliyorsun öyle mi?
Peri
kızı gülümsedi, sonra Marry’nin elinden tuttu, ikisi birden yükseldiler.
Korunun ağaçlarının üzerindeydiler
şimdi. Ne kadar güzel görünüyordu her taraf. Evleri, köyü, her tarafı havadan
seyrediyordu.
Pericik
ona her yeri gezdirdi. Periler aleminin güzelliklerini gösterdi. Ama bu arada
diğer perilere özellikle de kraliçeye görünmemeye dikkat ediyorlardı. Marry
zamanın nasıl geçtiğinin farkında değildi. Bir gün aklına annesiyle babası
geldi. Onların kendisini merak etmiş olabileceklerini düşündü. Bu düşüncesini
Pericik’e de söyledi.
-
Dönecek
misin Marry, dedi Pericik.
-
Seni
de çok sevdim ama beni çok özlemişlerdir.
-
O
halde seni ilk karşılaştığımız yere bırakacağım.
-
Tekrar
görüşemez miyiz?
-
Bu
mümkün olmayabilir.
Sonra
Pericik ile Marry vedalaştılar, Pericik Marry’e pembe bir saç tokası verdi.
Onu aldığı ağacın altına bıraktı ve
gözden kayboldu. Az sonra Marry evlerinin önünde, kapıyı çaldı. Kapıyı yaşlı bir
kadın açtı. Arkasında da yaşlı bir adam ve genç bir delikanlı duruyordu.
Marry
biraz dikkat edince kadının annesi olduğunu ama yaşlanmış olduğunu fark etti.
Yaşlı adam babası, delikanlı da Hans idi. Marry bu duruma bir türlü anlam
veremedi. Yine de heyecanla annesinin boynuna atıldı.
-
Anneciğim
size neler oldu böyle?
-
Anneciğim
mi dedin? Sem de kimsin?
-
Ben
kim miyim, diye şaşırdı Marry.
-
Kızına
niçin böyle bir soru soruyorsun anne?
-
Kızım
mı! Benim küçük kızım şu ilerideki koruda kaybolalı on yıl oluyor.
-
Ben
kaybolmadım anne, işte bak geldim.
Onlar
da dikkat edince kapıdaki genç kızın kendi kızları olduğunu fark ettiler.
Özlemle sarıldılar. Meğer aradan on
yıl geçmiş, fakat Marry perilerin diyarında zamanın nasıl geçtiğini
anlayamamıştı.
Annesi
babası Marry’nin bunca zamandır nerede olduğunu ve neler yaptığını çok merak
etmişlerdi, ama Marry, Pericik’e söz verdiği için hiçbir şey anlatmadı.
Bir
süre sonra Marry ve Hans evlendiler. Onların da bir kızları oldu. Marry
Pericik’in anısına kızına Pericik, adını koydu.
Bu
arada hala gizemini ve güzelliğini koruyordu. İnsanlar yine oranın esrarlı
olduğunu düşünüyorlardı. Fakat o taraftan güzellikten başka bir şey gelmiyordu.
Bu nedenle bütün köylü hayatından çok memnundu. Yıllardır bolluk ve bereket
içinde yaşıyorlardı.
Marry
ve Hans da kızlarına koruya gitmemelerini söylemişlerdi. Fakat Marry hep
küçüklük arkadaşı Pericik’i düşünüyordu. Bir gün kızına ondan bahsetti ve onun
hediye ettiği pembe tokayı ona verdi.
Pericik
de tıpkı annesinin küçükken yaptığı gibi o ağacın altına gitti. Saçlarına da
pembe tokayı takmıştı. Bir müddet oturduktan sonra peri kızı Pericik çıktı
geldi.
- Merhaba küçük kız, ben annenin
arkadaşı Pericik, dedi.
Küçük
kız çok heyecanlanmıştı. İkisi sohbete daldılar. Bu arada küçük kızın
Kaybolduğunu fark etmişler ve koruya
aramaya çıkmışlardı. Herkes Pericik neredesin, diye bağırıyordu. Köylülerin
telaş içinde koruya gelmesi koruda yaşayan diğer perilerin de dikkatini
çekmişti. Peri kızı Pericik’in de insanlarla konuştuğunu anlamışlardı. Bu da
periler aleminin korudaki yaşantılarını ve gizemlerini bozuyordu.
Kraliçe
bütün perileri topladı, Pericik’e de insanlara göründüğünden dolayı çok kızdı.
- Artık bu koruda yaşayamayız, başka bir
yeri yurt edinmemiz gerekir, hemen
Göç hazırlıklarına başlamalıyız, dedi.
Bu
duruma en çok Pericik üzülmüştü. Çünkü o uzaktan da olsa küçüklük arkadaşı
Marry’i izliyor, o farkına varmadan ona yardım ediyor, bundan da büyük bir zevk
alıyordu. Ama kurallara uymak zorundaydı.
Hazırlıkları
tamamladılar. Bütün periler yola çıktı. Onlar yola çıkarlarken, koruda öyle bir
fırtına çıktı ki sormayın. Sanki bir bulut yükseldi ağaçların üstünde,
uzaklaşıp gitti… Fırtına ile birlikte korunun ve köyün büyüsü de bozuldu.
Bolluk bereket, güzellik diye bir şey kalmadı. Çiçekler soldu, kuşlar ötmez
oldu. Bütün köylüler anladılar ki oranın güzelliği perilerden kaynaklanıyordu.
Periler de oradan gitmişlerdi ve büyü bozulmuştu. Bu duruma en çok Marry
üzülmüştü.
Bir daha koru da eski güzelliğine kavuşamadı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder