Bir zamanlar bir tüccar,
iyi kalpli karısı ve Sinderella adındaki dünya güzeli kızıyla birlikte mutlu
bir yaşam sürüyormuş. Ne yazık ki bu mutluluğu, karısının genç yaşta ani
ölümüyle sona ermiş. Adam, kısa bir süre sonra, iki kızı olan dul bir kadınla
evlenmiş. Ama yeni evlendiği kadın genç ve alımlı olmakla beraber , kalpli,
kibirli ve aç gözlü bir kadınmış.
Üstelik kızları da, aynı anneleri gibiymiş. Kadın, kızlarını da alıp, tüccarın
evine gelip yerleşmiş. Sinderella bundan böyle üvey annesi ve üvey
kardeşleriyle birlikte aynı evde yaşamak zorunda kalmış.
Üvey
annesi ve kardeşleri, çok tembel olduklarından, bütün işlerini ona
yaptırıyorlarmış. Sinderella’nın güzelliğini kıskandıkları için ona kötü
muamele ediyorlarmış. Çünkü kızlar, içlerinin kötülüğü dışlarına da
yansıdığından olacak oldukça çirkinlermiş.
Kısa
bir süre sonra, babası da ölünce, Sinderella’nın yaşamı iyice zorlaşmış. Çünkü
artık ona üvey annesi ve üvey kardeşleri, tamamıyla hizmetçi muamelesi
yapıyorlarmış. Sinderella kendisine verilen tavan arasındaki küçük, eski püskü
bir odada kalıyor, kendisine hiç giysi alınmadığından üvey kardeşlerinin
eskiyen elbiselerini onarıp giymek zorunda kalıyormuş.
Üvey
kardeşleri, bütün gün süslenip püslenirken, o yemek pişirir, bulaşık yıkar,
temizlik yaparmış. Ev işleri bittikten sonra bile, onlarla birlikte oturmasına
izin verilmediğinden, akşamları mutfakta sönmeye yüz tutmuş olan ocağın başında
oturmuş. Kötü kaderini düşünürken,
giderek sönüp kül haline gelen kor ateşi seyredermiş yalnız başına. Bu yüzden
üvey kardeşleri ona, “Külkedisi” adını takmışlar ve artık ona, hep bu isimle
hitap etmişler.
Yaşadıkları
ülkenin kralı, artık yaşlandığını ve tahtı oğluna bırakma zamanının geldiğini
düşünüyormuş. Ama, oğlunun iyi bir kral olabilmesi için, önce evlenip bir aile
kurması gerektiğine inanıyormuş. Oğlu ise, evlenmek isteyebileceği, kızı
bulamıyormuş bir türlü. Kral, bu duruma çareler ararken, aklına bir fikir
gelmiş. Büyük bir balo düzenlemeye ve ülkede yaşayan evlenme çağındaki tüm genç
kızları, bu baloya davet etmeye karar vermiş. Prens’in, ülkedeki bütün kızları
bir arada gördüğün de, mutlaka içlerinden birini beğeneceğini düşünüyormuş.
Ülkenin
dört bir yanına haberciler yollanıp; üç gün sonra sarayda bir balo
düzenleneceğini ve bu baloya ülkedeki bütün kızların katılmasının zorunlu
olduğu, Prens’in bu baloda en beğendiği kızı kendisine eş olarak seçeceği, herkese
ilan edilmiş.
Ülkedeki
bütün genç kızlar, balo için hazırlık yapmaya girişmişler. Bir yandan da, her
biri yakışıklı Prens ile evlenip, ülkenin prensesi olabilme hayalini
kuruyormuş. Külkedisi’nin üvey
annesi üvey annesi ve kardeşleri de
haberi alır almaz hemen hazırlıklara başlamışlar. Alışverişler yapılmış,
terziye yeni elbiseler sipariş edilmiş.
Külkedisi de haberi duymuş ve kendisinin
de baloya gideceğini düşünmüş önce. Bunun için üvey annesinden onay almak için
konuyu açtığında, kadın onunla iyi bir dalga geçmiş:
-
Yoksa
bu üzerindeki paçavralarla mı saraya gitmeyi düşünüyorsun? demiş.
Külkedisi de:
-
Benim
yeni elbisem yok ama, kardeşlerimin eski elbiselerinden birini giyip
gidebilirim, demiş.
Bunu
duyan kardeşleri de, onunla alay
etmişler:
-
Bakarsın
Prens bizi bırakıp seni beğenir. Saraya prenses oluverirsin, demişler.
Üvey
annesi birden ciddileşerek:
-
Bu
kadar laf yeter. Biz dönene kadar evi temizle, ocağı yak, yemeği pişir. Bir
külkedisini Prens ne yapacak? Prenses mi demiş.
Külkedisi
kendisini baloya götürmeyeceklerini anlayınca çok üzülmüş. Ama yapabileceği
hiçbir şey olmadığından mecburen kaderine boyun eğmiş.
Nihayet,
balonun yapılacağı gün geldiğinde, üvey anne kızlarını elinden geldiğince
süsleyip güzelleştirmeye çalışarak baloya hazırlamış. Durmadan :
Hiç
merak etmeyin. Çok güzel oldunuz. Prens mutlaka ikinizden birini seçecektir,
diye onlara moral veriyormuş. Külkedisini evde bırakarak, arabaya binip sarayın
yolunu tutmuşlar.
Külkedisi
onlar gittikten sonra oturup üzüntüsünden ağlamaya başlamış. Tam o anda, yanı
başında bembeyaz giysiler içinde, ışıl ışıl çok güzel bir peri belirivermiş ve:
-
Ağlama
Külkedisi, demiş. Sen çok iyi bir kızsın ve o baloya gitmeyi herkesten çok
hak ediyorsun. Baloya gideceksin
üzülme!
Külkedisi
büyük bir şaşkınlıkla:
-
Sen
de kimsin? Diye sormuş.
Peri:
-
Ben,
senin iyilik perinim. Ama şimdi acele etmelisin. Bana büyük bir balkabağı bul,
demiş.
Külkedisi
hemen bahçedeki en büyük balkabağını getirmiş. Peri, sihirli değneğini
balkabağına dokundurmasıyla, balkabağı birden çok
gösterişli, büyük bir araba oluvermiş.
-
Şimdi
de bana dört tane fare ve iki köpek bul, demiş peri.
Külkedisi,
bodrumda yem verdiği birkaç fareden dördünü alıp getirmiş. Evin iki köpeği
zaten en iyi dostlarıymış. Peri
sihirli değneğini dokundurarak, fareleri dört gösterişli at, köpekleri de,
arabacı ve uşak haline getirmiş. Böylece Külkedisi’ni saraya götürecek araba
hazırmış artık.
-
Şimdi
sıra sende… demiş peri, Külkedisi’ne dönerek. Sihirli değneğini,
Külkdeisinin eski püskü elbisesine dokundurmasıyla
birlikte elbise, ancak prenseslerin giyebileceği, olağanüstü güzel bir gece
elbisesine dönüşmüş. Zaten çok güzel bir kız olan Külkedisi ise, yapılı bukleli
saçları, tacı ve boynundaki mücevherleriyle birlikte göz kamaştırıcı bir
güzelliğe bürünmüş. Ayaklarındaki camdan ayakkabılar ise pırıl pırıl
parlıyormuş. Peri Külkedisi’ne dönerek:
-
Canım
yavrum, artık baloya gidebilmen için her şey tamam. Şimdi arabaya bin ve
baloya git. Ancak unutmaman gereken bir şey
var: Gece yarısı, saat on iki olmadan hemen önce, balodan ayrılman gerek. Çünkü
o saate büyü bozulacak ve her şey eski haline dönecek. Şimdi git ve gönlünce
eğlen. Söylediklerimi de sakın unutma! Dedikten sonra aniden gözden kaybolmuş.
Külkedisi,
hemen arabaya binip saray doğru yola koyulmuş. Çok gösterişli ve büyük olan
araba, sarayın kapısında durduğunda, sarayın muhafızları dikkat kesilip içinden
kimin ineceğine bakmaya başlamışlar. Güzeller güzeli Sinderella arabadan yavaşça
inip, sarayın halı döşeli merdivenlerinden süzülerek çıkmaya başladığında, hiç
kimse gözünü ondan alamamış. Balo salonuna girdiğinde, onu görenler,
görmeyenlere göstermişler ve ortalığı büyük bir sessizlik kaplamış. Herkesin
gözü onun üzerindeymiş. Herkes onun kim olduğunu merak ediyor ve birbirlerine
“Ne kadar güzel ve asil bir prenses değil mi? diye fısıldıyorlarmış.
Külkedisi’nin öyle göz kamaştırıcı ve öyle
asil bir hali varmış ki, herkes onu bir prenses sanmış.
Prens
de, Külkedisi’ni görür görmez:
-
Hoş
geldiniz Prensesim diyerek elinden tutmuş ve salonun ortasına götürmüş.
Birbirlerini
Birbirlerini çok beğendikleri her hallerinden belli
oluyormuş. Dans etmeye başlamışlar. Prens güzel kızdan gözlerini hiç
ayıramıyor, sürekli adını, nerede oturduğunu soruyor, hakkında bir şeyler
öğrenmeye çalışıyormuş. Külkedisi ise, ısrarla hiçbir bilgi vermiyor, sırrını
söylemiyormuş.
Baloya
katılan herkesin gözü, Külkedisinin üzerindeymiş. Herkes onu çok beğenmiş ve
Prens’e de çok yakıştırmışlar. Prens o gece, başka hiç kimseyle dans etmemiş ve
Külkedisi’nin de, başkasıyla dans etmesine izin vermemiş. Bütün gece keyifle
dans edip eğlenmişler ve zaman hızla geçmiş.
Zamanın
nasıl geçtiğini anlayamayan Külkedisi, aniden saatin on ikiye gelmek üzere
olduğunu fark etmiş. Perinin sözlerini hatırlayarak, Prens’e hemen gitmesi
gerektiğini söylemiş. Alelacele salondan çıkmış ve koşarak merdivenlerden
inmiş, arabasına atlayarak hızla oradan uzaklaşmış.
Ne
olduğunu anlayamayan Prens, büyük bir şaşkınlık içerisinde, Külkedisi’nin
arkasından koşmuş. Beklemesi, gitmemesi için seslenmiş, yalvarmış ama ona
yetişememiş. Arkasından kendi adamlarını göndererek, arabayı takip etmelerini
emretmiş. Ama araba, yolun yarısındayken sihir bozulup tekrar balkabağına
döndüğünden, peşine düşen muhafızlar arabayı da, güzel Prensesi de
bulamamışlar.
Prens
çok şaşkın ve üzgünmüş. Çünkü güzel Prensesi hakkında hiçbir bilmiyormuş. Üzgün
bir şekilde saraya dönerken, merdivenlerde camdan yapılmış bir ayakkabının
parladığını fark etmiş. Bu, güzel Prensesinin ayakkabısıymış. Öyle acele
ayrılmış ki, koşarak merdivenlerden inerken ayakkabısının teki ayağından
çıkıvermiş.
Prens,
heyecanla ayakkabıyı yerden almış. Bu ayakkabı, güzel Prensesinden elinde kalan
tek şeymiş. Ayakkabının çok özel olduğunu ve kişiye özel yapıldığını fark
etmiş. Epeyce düşündükten sonra, aklına bir fikir gelmiş. Bu ayakkabıyı, ülkede
genç kızların oturdukları tüm evlere götürüp, bütün kızlara tek tek denettirip,
ayakkabı kimin ayağına olursa, onu alıp getireceklermiş. Bu düşüncesini Kral’a
da söyleyip, onayını aldıktan sonra habercileri gönderip, tüm ülkeye kararını
bildirmiş. Ülkedeki bütün genç kızların, hiçbir istisna olmaksızın, bu
ayakkabıyı denemesi zorunlu tutulmuş.
Külkedisi
ise, saraydan apar topar çıkıp, arabaya atlayarak yola koyulmuşken, yarı yolda
saatler on ikiyi gösterdiğinde büyü bozulmuş ve araba birden balkabağına, atlar
ve uşaklar da eski hallerine, yani fare ve köpeklere dönüşüvermişler. Külkedisi
ise, eski püskü giysileri içindeki eski haline dönmüş. Sadece, bir ayağında
camdan ayakkabısı duruyormuş Koşarken diğer tekinin düştüğünü hatırlamış
birden. Diğerini ise o gecenin anısı olarak saklamaya karar vermiş.
Hemen
toparlanıp, hayvan dostlarıyla birlikte, bir an önce eve ulaşmak için, süratle
yola koyulmuşlar. Neyse ki, üvey annesi ve kardeşlerinden önce eve gelmeyi
başarmış. Hemen ayakkabısını sandığına saklamış. Diğerleri geldiğinde, gecenin
nasıl geçtiğini sormuş. Üvey kardeşleri de ona: “Dünyanın en güzel ve en soylu
prensini” gördüklerini, anlatmışlar. Onun güzelliğini, şıklığını öve öve
bitirememişler. Külkedisi o gece hiç uyuyamamış. Bütün gece rüyasında Prens ile
dans edip durmuş.
Saray
habercilerinin, cam ayakkabının ülkenin tüm genç kızlarına, tek tek
giydirileceği haberi bütün genç kızları heyecanlandırmış. Ayakkabının ayağına
olduğu kişi, ülkenin Prensesi olacakmış çünkü.
Genç
kızlar, ayakkabının ayaklarına olması için dua ediyor, ayaklarını türlü kremler
sürüp, ayakları şişmesin diye yukarı kaldırıp öylece tutuyorlarmış. Saray
habercileri, tek tek bütün evleri gezmeye başlamışlar ama ayakkabı hiçbir kızın
ayağına olmuyormuş. Nihayet, Külkedisinin yaşadığı eve sıra gelmiş. Saray
askerleri ev sahibini çağırmış ve ondan, evdeki tüm genç kızları oraya
getirmesini istemiş.
Saray
askerleri gelmeden az önce üvey annesi Külkedisinin ayakkabıyı denemesini
engellemek için, Külkedisini tavan arasındaki odasına kilitlemiş. Saray
askerleri geldiğinde ise, kendi kızlarını çağırarak bu evde yaşayan genç
kızların bunlar olduğunu söylemiş. Asker, ayakkabıyı kızlara giydirmeye
çalışmış ama nafile. Askerler, ayakkabı bunlara uymadı diyerek evden çıkmak
üzereyken, yukarıdan gelen bir ses işitmiş ve nereden geldiğini anlamak için
yukarı çıkıp kapının kilidini açtığında, Külkedisini bulmuş. Hemen ayakkabıyı
oracıkta denemiş. Ayakkabı şıp diye oluvermiş. Askerler tamam Prensesi bulduk
diye bağırmışlar ve saraya müjdeyi verin diye seslenmişler.
Külkedisi,
ayakkabının diğer tekini de çıkarıp ayağına giymiş. Üvey annesi ve kardeşleri
şaşkınlık ve kıskançlıktan dona kalmışken, saray askerleri ve yanındakiler
Külkedisinin önünde saygıyla eğilip onu selamlamışlar. Haberi alan Prens hemen
atına atlayıp, Külkedisinin evine gelmiş. Külkedisini görür görmez tanımış ve
nihayet seni buldum, benimle evlenerek bundan böyle ülkemin ve benim Prensesim
olur musun? demiş. Külkedisi bu teklifi
sevinçle kabul etmiş. Prensin kolunda evden çıkıp arabaya binerek, saraya doğru
yola koyulmuş. Külkedisi bütün başından geçenleri anlatmış Prense. Prens,
bundan böyle onu çok mutlu edeceğine, ömür boyu mutlu yaşayacaklarına dair söz
vermiş.
Günler
ve geceler boyu süren bir düğünle evlenen Prens ve Sinderella çok mutlu
yaşamışlar. Üvey annesini ve kardeşlerini affeden ama bir daha onları görmek
istemeyen Sinderella, kendisine takılan Külkedisi ismini de unutmuş, gitmiş…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder