Bundan çok uzun yıllar
önce, uzak ülkelerini birinde bir kral ve kraliçe yaşardı. Bu kral ve kraliçe o
kadar iyi kalpliydiler ki, halk onları çok severdi. Ülkede herkes çok mutluydu
fakat bir üzüntüleri vardı. Kral ve kraliçenin çocukları yoktu. Bütün halk
onların güzel bir çocuklarının olması için hep dua ediyorlardı.
Karlı bir kış gününde,
kraliçe pencerenin kenarına oturmuş, nakış işliyordu. Elindeki iğne birden
parmağına batıverdi. Kraliçe pencereyi açtı ve parmağından akan kanları lapa
lapa yağan kar tanelerinin üzerine akıttı.
Bembeyaz karın üstünde,
kanın kırmızı rengi o kadar beyaz tenli, akan kan kadar kırmızı dudaklı evlat
ver, diye dua etti.
İyi kalpli kraliçenin
duaları kabul olmuştu. Çok zaman geçmeden bir kızları oldu. O kadar beyaz, o
kadar güzeldi ki, Pamuk Prenses adını verdiler. Kral ve kraliçe bütün halk
mutluluk içindeydi.
Fakat bu mutluluk çok
uzun sürmedi. Kraliçe amansız bir hastalığa yakalanmıştı Ülkenin her yerinden doktorlar geldi fakat
hiçbir şey fayda vermedi ve kraliçe kısa bir süre sonra hayata veda etti.
Pamuk Prenses daha çok
küçükken annesiz kalmıştı. Ne yapacaktı şimdi… Herkes küçük prensesin annesiz
büyümemesi için karalın bir daha evlenmesini istiyordu. Kral, ölen karısını çok
sevmesine rağmen, başka birisiyle evlenmeye güçlükle razı oldu.
Yeni kraliçe güzel bir
kadındı fakat kalbi hiç de görünüşü gibi değildi. Kendini beğenmiş, gururlu,
iki yüzlü bir insandı. Kralın yanında olduğu zaman Pamuk Prensese çok iyi
davranır, kralın beğenisini toplamaya çalışırdı. Fakat kral yokken etmediğini
bırakmazdı.
Yeni kraliçenin bir huyu daha vardı. Ülkede kendinden
daha güzel birinin olmadığını düşünürdü. Her gün sihirli aynasının karşısına
geçer, giyinip kuşanır, saçlarını tarar, süslenir ve aynaya sorardı:
- Ayna ayna, söyle bana, var mı benden
daha güzel bu dünyada?
Sihirli
aynada kraliçenin istediği cevabı verir,
- Hayır kraliçem, bu dünyada yoktur
güzel, senden başka, derdi.
Bu
cevap, kötü kalpli, kraliçenin çok hoşuna gider, burnunu daha çok havalara
dikerek yürürdü.
Gel
zaman git zaman, Pamuk Prenses büyüdü, serpildi, çok güzel bir genç kız oldu. O
da annesi gibi iyi kalpliydi. Üvey annesi onu hiç sevmemesine rağmen, kral
babasına, üzülmesin diye hiçbir şey söylemezdi.
Günlerden
bir gün, kendini çok güzel zanneden kraliçe, yine aynasının karşısına geçti;
- Ayna ayna, söyle bana, var mı benden
güzel bu dünyada?
Bu
kez cevap biraz geç gelmişti ve hiç de
kraliçenin istediği gibi değildi.
- Evet kraliçem, Pamuk Prenses var! dedi
ayna.
Kraliçe
küplere bindi, duyduklarına inanamadı bir daha sordu. Ama ayna aynı
Cevabı veriyordu. Yüreği kötülük dolu
olan kraliçe öfkesinden ne yapacağını şaşırmıştı. Sarayın terzilerine daha
güzel elbiseler diktirdi, saçlarını daha değişik şekillere soktu, yine sordu
aynaya;
- Ayna ayna, söyle bana,var mı benden güzel
bu dünyada?
Ne
yaparsa yapsın aynanın cevabı değişmiyordu.
- Evet kraliçem, Pamuk Prenses var.
Kraliçenin
Pamuk Prensese duyduğu kin gün geçtikçe büyüyordu. Ne zaman
Pamuk Prensesin adı geçse ya
öfkesinden kalbi sıkışıyor, ya da kıskançlığından
mosmor kesiliyordu. Kraliçenin bütün düşüncesi Pamuk Prensesten kurtulmaktı.
Kraliçenin kalbi o kadar katı ve karaydı ki, sevgi adına hiçbir şey
taşımıyordu.
Bir
gün sarayın avcısını yanına çağırdı. Çok büyük paralar vaat ederek prensesi
ormana götürüp öldürmesini emretti.
Üvey
anne, Pamuk Prensese:
- Bugün hava ne kadar güzel! Avcı ile
ormanda dolaşmaya ne dersin, dedi.
Temiz
kalpli prenses olacaklardan habersiz, bunu sevinçle kabul etti. Avcı ve
Pamuk Prenses ormanda gezmek için yola
çıktılar. Buna razı değildi. Ormanda epey yol aldıktan sonra bir ağacın dibine
oturdular. Avcı, kıza bütün olanları anlattı ve onu öldüremeyeceğini söyledi.
- Sen ormanın derinliklerine git ve
saklan, Pamuk Prenses! Buralarda hiç
Görünme, ben seni öldürdüğümü
söyleyeceğim, dedi.
Pamuk Prenses avcıya çok
teşekkür etti ve koşarak ormanın derinliklerinde kayboldu. Avcı da oradan
geçmekte olan bir geyiği avladı, yüreğini mendilin içine sardı. Pamuk Prensesin
kalbi diye kraliçeye götürdü.
Ormanda her yer koca
koca ağaçlarla doluydu. Yerlerde çalılar, dikenler, otlar Pamuk Prensesin
yürümesini zorlaştırıyordu. Arada sırada vahşi hayvanlar beliriyor, zavallı
prenses korkusundan nereye saklanacağını bilemiyordu. Ama çok ilginç, bu
hayvanlar Pamuk Prensesin etrafında dostça dolaşıyorlardı.
Güneş tepeye dikilmiş
Pamuk Prensesin karnı çok acıkmıştı. Karanlık bastırana kadar bir yer bulmazsa
nerede kalacaktı? Pamuk Prense hem korkuyor hem de Allah’ın kendisini
koruyacağını düşünüyordu. Çünkü Allah’ın her zaman iyilerle birlikte olduğunu
biliyordu.
İşte tam bu sırada
karşısına küçük fakat güzel bir ev çıktı. Pamuk Prenses koşarak evin yanına
geldi. Kapıyı çaldı, açan olmadı. İzinsiz giremezdi ama başka bir çaresi de
yoktu. Dikkatli adımlarla içeriye girdi.
- Aman Allah’ım! Ne kadar şirin bir ev,
dedi, kendi kendine.
Önce
yemek odasında buldu kendini. Küçücük bir masa, yedi küçük sandalye,
Yedi küçük tabak, yedi küçük kaşık…
Her şey yedi tane ve küçüktü. Merakla üst kata çıktı. Orası da yatak odasıydı.
Yedi küçük yatak, yedi küçük yastık, yedi küçük yorgan.
Pamuk
Prensesin yüzünü bir mutluluk ifadesi kaplamıştı. Ama ev biraz fazlaca
dağınıktı. “ Evde yedi kişi yaşıyor olmalı, her halde şimdi de bir yerlere
gittiler, onlara bir sürpriz hazırlamalıyım.” diye düşündü.
Önce
biraz yemeklerden yedi, kendine geldi. Sonra evin içerisini topladı. Yemek
yapmak için mutfakta neler olduğuna baktı. Biraz patates vardı, evin dışına
çıkıp böğürtlenlerden ve armutlardan topladı.
Akşam
olduğunda bütün ev pırıl pırıldı, yemekler hazırdı. Pamuk Prense yorgun düşmüştü.
Biraz uzanıp dinlenmeyi düşündü ama bu takların hiç birine sığamazdı. Evdeki
tek büyük şey eski bir kanepeydi, ona oturdu ve oturur oturmaz da uyudu.
Az sonra evin dışından şarkı sesleri
geliyordu.

“Biz tam yedi cüceyiz
On dört kollu bir deviz
Var mı bize yan bakan
hey
Yan bakan hey, yan
bakan!”
Bu ormandan dönen yedi
cücelerin sesiydi. Neşe içinde, evlerine girdiler. Tabi ki eve girer girmez de
evde bir değişiklik olduğunun farkına vardılar.
Birincisi:
- Biz evi sabah giderken temizleyip mi
bırakmıştık, diye sordu.
İkincisi:
- Yemek de pişirmemiştik, dedi.
Üçüncüsü:
- Bulaşıkları kim yıkadı arkadaşlar,
diye sordu.
Dördüncüsü:
- Buradaki kirli çamaşırlar da yıkanmış!
Beşincisi:
- Bütün bunlar kendi kendine olmadı ya!
Altıncısı:
- Evimizi bir peri kızı ziyaret etmiş
olmalı, dedi.
Yedi
cücelerin hepsi de hayretler içindeydi. Herkes birbirine bir şeyler soruyor,
Bir şeyler gösteriyordu.
Yedinci
cüce bir üst katta neler olmuş diye merakla üst kata çıktı, bir de ne görsün!
Dünyalar güzeli bir kız kanepede uyuyup kalmamış mı! ! Ayaklarının ucuna basa
basa tekrar aşağıya indi ve diğerlerine gördüklerini anlattı. Hepsi teker teker
gidip baktılar, gerçekten de gördükleri gerçekti. Hiç birisi de bu uyuyan
güzeli uyandırmaya kıyamadı, uyanıncaya kadar da ses çıkarmamaya karar
verdiler.
Büyük
bir sessizlik içinde yemeklerini yediler.
Hayatlarında
bu kadar lezzetli bir yemek yememişlerdi. Yemekten sonra içlerinden biri şöyle
bir fikir ortaya attı:
- Kızcağız ne kadar da yorgun görünüyor,
ne kadar da güzel uyuyor, en iyisi o
Uyanıncaya kadar biz uyumayalım…
Hepsi
de bu fikri beğendiler. Pamuk Prenses ertesi günü, sabah uyanabildi. Gözlerini
açınca bir de ne görsün! Yedi tane küçük insan meraklı gözlerle kendisine
bakmıyorlar mı!
-
Şeyy,
evinize izinsiz girdiğim için özür dilerim, uyuya kalmışım üstelik!..
-
Evimize
hoş geldin güzel kız! Özür dilemene hiç gerek yok. Asıl biz sana
Teşekkür ederiz, bütün işlerimizi
yapmışsın, dedi, en büyükleri.
-
Bir
peri kızı olmalısın… dedi, diğer bir cüce.
-
Hayır,
adım Pamuk Prenses, ormanda kötü kalpli üvey annemden kaçarken
Evinize rastladım… dedi ve başından
geçenleri yedi cücelere anlattı.
Yedi
cüceler o kadar çok etkilendiler ve üzüldüler ki, bundan sonra Pamuk Prensesin
kendileriyle birlikte kalmasını teklif ettiler. Prenses de seve seve kabul etti.
O
gün hemen Pamuk Prenses için bir yatak hazırladılar. Evi tekrar düzenlediler.
Artık Pamuk Prenses yedi cücelerle
birlikte yaşıyordu. Hayatından da çok memnundu. Yedi cüceler onu çok
seviyorlar, onun mutluluğu için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Her
sabah ormana giderken bir yığın tembihte bulunuyorlardı.
- Bak Pamuk Prenses; sakın tanımadığın
kişilerle konuşma, evden çok uzağa
Gitme, dikkatli ol, diyorlardı.
Pamuk
Prenses de onların bu ilgisi ve sevgisini karşılıksız bırakmak istemiyor, akşama
kadar uğraşıp duruyordu. Ortalığı topluyor, süpürüyor, çamaşırları yıkıyor,
yedi cücelerin hiç tatmadıkları lezzetli yemekler yapıyordu.
Biz
gelelim kötü kalpli , kendini beğenmiş kraliçeye…Aradan epey zaman geçtikten
sonra, en güzel kendisinin olduğunu düşünerek yine aynasının başına geçip,
sordu aynaya:
- Ayna ayna güzel ayna! Var mı benden
daha güzel bu dünyada ?
Ayna
da, bir müddet sessizlikten sonra cevap verdi:
- Evet kraliçem, bu dünyada Pamuk
Prenses var daha güzel, şimdi cücelerle
Yaşar, sık ağaçlı bir ormanda. Kraliçe
duyduklarına inanamadı:
- Sihirli ayna yanılmış olamaz, ama
avcı, Pamuk Prensesin kalbini getirmişti,
Bu ne demek oluyor, diye tekrar aynaya
seslendi:
- Ayna ayna güzel ayna! Var mı benden
daha güzel bu dünyada ?
Sihirli
ayna yine aynı cevabı verdi. Kraliçe küplere bindi, sinirinden dudakları
uçukladı, daha çok hırslandı…
- Demek Pamuk Prenses hala hayatta, onu
ele geçirmenin yolunu bulmalıyım
diye düşündü. Günlerce odasından
çıkmayıp bir şeylerle uğraştı. Sihirli aynasının yardımıyla sihirli bir kemer
yaptı. Kendisi de yaşlı bir satıcı kadın kılığına girdi. Hali o kadar
inandırıcıydı ki, saraydan çıkarken onu muhafızlar bile tanıyamadılar ve :
- Hey satıcı kadın! Senin ne işin var
sarayın içinde! Çabuk uzaklaş buradan,
diye bağırdılar.
Kötü
kalpli kadın kıs kıs gülerek oradan uzaklaştı. Doğruca ormana gitti, Yedi
Cücelerin evini bulmuştu çok geçmeden. Biraz daha yaklaşınca başladı bağırmaya:
- Satıcı geldi!.. güzel kızlar için
güzel kemerlerim vaar!
Ses
o kadar yumuşak, o kadar güzel geliyordu ki, Pamuk Prenses merak etti ve
kapıya çıktı. Kadın sesinin en
etkileyici tonuyla konuşmaya çalışıyordu;
-
Ah!
Ne kadar güzelsin kızım, belin ne kadar da ince?
-
Teşekkür
ederim teyzeciğim.
-
Güzel
kemerlerim var, tam sana göre, almak ister misin?
-
İyi
de hiç param yok ki,
-
Senden
para isteyen de kim! Yanaş yanıma bakayım, şu güzel kemer sana
Hediyem olsun.
Ve
kemeri Pamuk Prensesin beline bağladı; bir anda öyle sıktı ki, zavallı Pamuk
Prenses nefessiz kalıp yere yığılıverdi.
Akşam
olunca Yedi Cüceler yine neşe içinde eve döndüler, fakat kapının önüne
geldiklerinde donup kaldılar. Pamuk Prenses yerde cansız yatıyordu. Hemen
başına toplandılar, önce öldüğünü zannettiler.
- Ah prensesimiz ne oldu sana böyle,
diyerek ağladılar.
Tam
o sırada birisi, belindeki kemeri fark etti. Meğer prenses nefessiz kaldığı
İçin baygın yatıyordu. Çabucak kemeri
gevşetip çıkardılar, rahat bir nefes alan Pamuk Prenses gözlerini açtı.
Yedi
Cüceler o kadar çok sevindiler ki; “Allah’a şükürler olsun, prensesimiz
yaşıyor, diyerek bağrıştılar. Pamuk Prenses başından geçenleri anlattı, yaşlı
kadının beline kemeri nasıl bağladığını söyledi.
Tabi
yedi cüceler yaşlı kadının kötü kalpli kraliçe olduğunu hemen anladılar. Ertesi
sabah ormana giderken, Pamuk Prensese sıkı sıkı tembih ettiler.
-
Sakın
tanımadığın kişilerle konuşma, onlara kapıyı açma!
-
Tamam,
hiç kimseye açmam kapıyı.
Kraliçe
saraya varınca doğru sihirli aynasının başına geçti. Kendinden emin bir
Şekilde sordu, bu sefer:
-
Ayna
ayna güzel ayna, var mı benden daha güzel bu dünyada?
-
Evet
kraliçem, bu dünyada Pamuk Prenses var daha güzel, şimdi cücelerle
Yaşar sık ağaçlı bir ormanda.
-
Nasıl
olur! Daha öğleyin cansız yere yığıldığını gördüm.
-
O
cüceler ver ya o cüceler, onlar çok marifetliler. Akşam eve gelip Prensesi
iyileştirdiler, diye karşılık verdi
ayna.
Kötü
kalpli kraliçenin kalbi daha da çok kötülüklerle doldu. Yine günlerce odasına
kapandı. Başka bir şeyler düşünüyordu, sonra yine kılık değiştirip yola çıktı.
Pamuk
Prenses dışarıyı seyrediyorken, eve yaklaştı.
-
Merhaba
güzel kız! Hava ne kadar güzel değil mi?
-
Evet
teyzeciğim.
-
Bu
güzel havada niçin içeride kapalısın, dışarıya gelsene!
-
Üzgünüm
ama gelemem. Yedi küçük arkadaşıma söz verdim.
Pamuk
Prenses o kadar iyi niyetliydi ki, başından geçenleri bir bir anlattı. O
Kadının kötü kalpli üvey annesi
olacağı hiç de aklına gelmedi. Zaten kadın da o kadar iyi görünüyordu ki,
görseniz siz de şüphelenmezdiniz. Kadın çok üzgünmüş gibi;
- Vah benim zavallı, altın saçlı kızım,
dedi. Çantasından bir şeyler arıyor gibi
Yaptı ve bir tarak çıkarıp Pamuk
Prensese uzattı:
- Bunu sana hediye etmek istiyorum.
Pamuk
Prenses tarağı aldı, daha saçlarına değdirir değdirmez yere yığılıverdi.
Hain kraliçe kötü bir kahkaha atıp,
hızla saray döndü.
Yedi
cüceler artık her akşam eve kötü bir şeyle karşılaşma korkusuyla dönüyorlardı.
O akşam korktukları başlarına gelmişti. Prenses cansız bedeniyle karşılaştılar
yine…
Yaşıyor
mu yaşamıyor mu anlayamadılar. Belinde kemer var mı diye baktılar, yok. Başka
yerlere bakarken saçlarındaki tarağı gördüler. Meğer tarak sihirliymiş. Eğer
biraz daha geç kalsalar prenses ölecekmiş. Pamuk Prenses tarağı çıkarır
çıkarmaz gözlerini açtı. Başından geçenleri anlattı. Yedi cüceler gelenin yine
kraliçe olduğunu anladılar. Daha da sıkı tembihte bulundular bu defa.
Kraliçe
ise aynasının karşısına geçti ve her zamanki gibi aynaya seslendi.
-
Ayna
ayna güzel ayna, var mı benden daha güzel bu dünyada?
-
Evet
kraliçem, bu dünyada Pamuk Prenses var daha güzel, şimdi cücelerle
Yaşar sık ağaçlı bir ormanda.
-
Nasıl
olur? Daha öğleyin cansız yere yığıldığını gördüm.
-
O
cüceler ver ya o cüceler, onlar çok marifetliler. Akşam eve gelip Prensesi
iyileştirdiler, diye karşılık verdi
ayna.
Kötü
kraliçe bu planının da tutmadığını görünce daha etkili bir büyü yapmak için bu
defa bir büyücüye gitti. Büyücüyle bir süre pazarlıklar yaptılar, büyücü kötü
sesiyle bir kahkaha attı.
- Siz Pamuk Prensesi öldü bilin kraliçem!
Büyücü
kadın yollara düştü. Kocaman sepetinde elma satıyordu.
- Güzel elmalarım var, kırmızı elmalarım
var!..
Pamuk
Prensesin dışarı çıkmaya hiç de niyeti yoktu ama pencerenin altında
Saatlerce bağırıp durdu kadın. Pamuk
Prenses pencerenin kenarından dışarıya baktı, etrafı dikkatlice inceledi, gelen
kesinlikle üvey annesi değildi. Elmalar da o kadar güzel görünüyordu ki. Canı
çok çekti, yedi cücelere verdiği sözü unutup kadının verdiği
elmayı iştahla ısırıverdi. Isırır
ısırmaz da yere uzandı kaldı.
Akşam
eve dönen yedi cüceler, prensesin cansız bedeniyle karşılaştılar yine. Kemer
var mı, tarak var mı diye baktılar, hiçbir şey bulamadılar. Günlerce, acaba
Pamuk Prenses uyanır mı diye yemeden içmeden bekleşip durdular. Ama Pamuk
Prenseste ne ses vardı ne de soluk.
Pamuk
Prensesin öldüğüne inanmaktan başka çareleri yoktu. Ama nasıl kıyacaklardı, onu
toprağa koymaya? İçlerinden biri şöyle bir fikir attı ortaya:
- Prensesimiz için cam bit tabut
yapalım, orada kalsın bundan böyle…
Bu
fikri hepsi de kabul ettiler. Camdan çok güzel bir tabut yapıp içine yatırdılar.
Tabutu da bir tepeye koydular. Her gün
birisi başında nöbet tutuyordu. Bir an bile yalnız bırakmıyorlardı Pamuk
Prensesi. Cam Fanus içinde hiç de ölü gibi durmuyordu. Sanki uyuyor da uyanacak
gibi bir hali vardı yüzünde.
Günler
aylar geçti, ne Pamuk Prenses uyandı ne de Yedi cücelerin eski neşesi yerine
geldi. Bir gün atla gezinti yapan bir prensin yolu o tarafa düştü. Cam tabut
içinde yatan kız dikkatini çekti. Pamuk Prenses peri masallarındaki kızlardan
daha güzel uyuyordu. Prens bu güzellik karşısında adeta büyülendi. O gün
nöbetçi olan cüceye sordu:
-
Bu
prensesler kadar güzel kız da kim? Niçin burada yatıyor? Nöbetçi cüce:
-
O
zaten bir prenses, efendim. Pamuk Prenses, dedi ve prensesin acıklı
hikayesini anlattı. Prens öyle
etkilendi ki;
- Lütfen bu tabutu bana verin. Pamuk
Prenses benim yanımda kalsın. Onsuz
Bir an bile yaşayamam artık…
Hayır
efendim. Bunu yapamayız, onu size veremeyiz.
Prens
bir türlü razı edemedi cüceleri. Son bir istekte bulundu;
- Öyleyse onu bir kez öpmeme izin verin!
Buna
hayır demediler. Prens eğildi, Pamuk Prensesin alnına usulca bir öpücük
Kondurdu. Tam o anda, hiç
beklenmedikleri bir şey oldu. Pamuk Prenses uykudan uyanıyormuşçasına gözlerini
açtı.
- Ne kadar çok uyumuşum, dedi.
Yedi
cüceler ve prens çok sevindiler. Meğer, zehirli elma Pamuk Prensesi
Öldürmemiş ama uyutmuştu. Bu uykuda
ancak bir prensin öpmesiyle bozulacaktı. Bu da gerçekleşmişti şimdi.
Prens
oracıkta Pamuk Prensese evlenme teklif etti.
-
Benim
prensesim olur musun?
-
Bir
şartla, yedi cüceleri de yanımıza alırsak…
Prens
hiç düşünmeden kabul etmişti. Hepsi birlikte prensin ülkesine gittiler,
Düğün hazırlıkları yaptılar, Pamuk
Prensesin kral olan babasıyla, kraliçe olan üvey annesini de düğüne davet
ettiler.
Kral
ve kraliçe düğüne gittiklerinde bir de ne görsünler, bu düğün kızlarının düğünü
değil mi?
Kötü
kalpli kraliçenin, kıskançlıktan kalbi sıkışıp oracıkta yere yığıldı. Bütün
olanları krala da anlattılar. Bundan sonra, hepsi de mutlu bir şekilde
yaşadılar.
İyiler
yaptıkları iyiliğin karşılığını, kötüler de yaptıkları kötülüğün karşılığını
bulmuş oldular böylece…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder