15 Temmuz 2013 Pazartesi

PAMUK PRENSES


Bundan çok uzun yıllar önce, uzak ülkelerini birinde bir kral ve kraliçe yaşardı. Bu kral ve kraliçe o kadar iyi kalpliydiler ki, halk onları çok severdi. Ülkede herkes çok mutluydu fakat bir üzüntüleri vardı. Kral ve kraliçenin çocukları yoktu. Bütün halk onların güzel bir çocuklarının olması için hep dua ediyorlardı.
 
Karlı bir kış gününde, kraliçe pencerenin kenarına oturmuş, nakış işliyordu. Elindeki iğne birden parmağına batıverdi. Kraliçe pencereyi açtı ve parmağından akan kanları lapa lapa yağan kar tanelerinin üzerine akıttı.
 
Bembeyaz karın üstünde, kanın kırmızı rengi o kadar beyaz tenli, akan kan kadar kırmızı dudaklı evlat ver, diye dua etti.
 
İyi kalpli kraliçenin duaları kabul olmuştu. Çok zaman geçmeden bir kızları oldu. O kadar beyaz, o kadar güzeldi ki, Pamuk Prenses adını verdiler. Kral ve kraliçe bütün halk mutluluk içindeydi.
 
Fakat bu mutluluk çok uzun sürmedi. Kraliçe amansız bir hastalığa yakalanmıştı  Ülkenin her yerinden doktorlar geldi fakat hiçbir şey fayda vermedi ve kraliçe kısa bir süre sonra hayata veda etti.
 
Pamuk Prenses daha çok küçükken annesiz kalmıştı. Ne yapacaktı şimdi… Herkes küçük prensesin annesiz büyümemesi için karalın bir daha evlenmesini istiyordu. Kral, ölen karısını çok sevmesine rağmen, başka birisiyle evlenmeye güçlükle razı oldu.

Yeni kraliçe güzel bir kadındı fakat kalbi hiç de görünüşü gibi değildi. Kendini beğenmiş, gururlu, iki yüzlü bir insandı. Kralın yanında olduğu zaman Pamuk Prensese çok iyi davranır, kralın beğenisini toplamaya çalışırdı. Fakat kral yokken etmediğini bırakmazdı.

            Yeni kraliçenin bir huyu daha vardı. Ülkede kendinden daha güzel birinin olmadığını düşünürdü. Her gün sihirli aynasının karşısına geçer, giyinip kuşanır, saçlarını tarar, süslenir ve aynaya sorardı:

-       Ayna ayna, söyle bana, var mı benden daha güzel bu dünyada?

Sihirli aynada kraliçenin istediği cevabı verir,

-       Hayır kraliçem, bu dünyada yoktur güzel, senden başka, derdi.

Bu cevap, kötü kalpli, kraliçenin çok hoşuna gider, burnunu daha çok havalara

dikerek yürürdü.

            Gel zaman git zaman, Pamuk Prenses büyüdü, serpildi, çok güzel bir genç kız oldu. O da annesi gibi iyi kalpliydi. Üvey annesi onu hiç sevmemesine rağmen, kral babasına, üzülmesin diye hiçbir şey söylemezdi.

            Günlerden bir gün, kendini çok güzel zanneden kraliçe, yine aynasının karşısına geçti;

-       Ayna ayna, söyle bana, var mı benden güzel bu dünyada?

Bu kez  cevap biraz geç gelmişti ve hiç de kraliçenin istediği gibi değildi.

-       Evet kraliçem, Pamuk Prenses var! dedi ayna.

Kraliçe küplere bindi, duyduklarına inanamadı bir daha sordu. Ama ayna aynı

Cevabı veriyordu. Yüreği kötülük dolu olan kraliçe öfkesinden ne yapacağını şaşırmıştı. Sarayın terzilerine daha güzel elbiseler diktirdi, saçlarını daha değişik şekillere soktu, yine sordu aynaya;

-       Ayna ayna, söyle bana,var mı benden güzel bu dünyada?

Ne yaparsa yapsın aynanın cevabı değişmiyordu.

-       Evet kraliçem, Pamuk Prenses var.

Kraliçenin Pamuk Prensese duyduğu kin gün geçtikçe büyüyordu. Ne zaman

Pamuk Prensesin adı geçse ya öfkesinden kalbi sıkışıyor, ya da  kıskançlığından mosmor kesiliyordu. Kraliçenin bütün düşüncesi Pamuk Prensesten kurtulmaktı. Kraliçenin kalbi o kadar katı ve karaydı ki, sevgi adına hiçbir şey taşımıyordu.

            Bir gün sarayın avcısını yanına çağırdı. Çok büyük paralar vaat ederek prensesi ormana götürüp öldürmesini emretti.

            Üvey anne, Pamuk Prensese:

-       Bugün hava ne kadar güzel! Avcı ile ormanda dolaşmaya ne dersin, dedi.

Temiz kalpli prenses olacaklardan habersiz, bunu sevinçle kabul etti. Avcı ve

Pamuk Prenses ormanda gezmek için yola çıktılar. Buna razı değildi. Ormanda epey yol aldıktan sonra bir ağacın dibine oturdular. Avcı, kıza bütün olanları anlattı ve onu öldüremeyeceğini söyledi.

-       Sen ormanın derinliklerine git ve saklan, Pamuk Prenses! Buralarda hiç

Görünme, ben seni öldürdüğümü söyleyeceğim, dedi.

Pamuk Prenses avcıya çok teşekkür etti ve koşarak ormanın derinliklerinde kayboldu. Avcı da oradan geçmekte olan bir geyiği avladı, yüreğini mendilin içine sardı. Pamuk Prensesin kalbi diye kraliçeye götürdü.

Ormanda her yer koca koca ağaçlarla doluydu. Yerlerde çalılar, dikenler, otlar Pamuk Prensesin yürümesini zorlaştırıyordu. Arada sırada vahşi hayvanlar beliriyor, zavallı prenses korkusundan nereye saklanacağını bilemiyordu. Ama çok ilginç, bu hayvanlar Pamuk Prensesin etrafında dostça dolaşıyorlardı.

Güneş tepeye dikilmiş Pamuk Prensesin karnı çok acıkmıştı. Karanlık bastırana kadar bir yer bulmazsa nerede kalacaktı? Pamuk Prense hem korkuyor hem de Allah’ın kendisini koruyacağını düşünüyordu. Çünkü Allah’ın her zaman iyilerle birlikte olduğunu biliyordu.

İşte tam bu sırada karşısına küçük fakat güzel bir ev çıktı. Pamuk Prenses koşarak evin yanına geldi. Kapıyı çaldı, açan olmadı. İzinsiz giremezdi ama başka bir çaresi de yoktu. Dikkatli adımlarla içeriye girdi.

-       Aman Allah’ım! Ne kadar şirin bir ev, dedi, kendi kendine.

Önce yemek odasında buldu kendini. Küçücük bir masa, yedi küçük sandalye,

Yedi küçük tabak, yedi küçük kaşık… Her şey yedi tane ve küçüktü. Merakla üst kata çıktı. Orası da yatak odasıydı. Yedi küçük yatak, yedi küçük yastık, yedi küçük yorgan.

            Pamuk Prensesin yüzünü bir mutluluk ifadesi kaplamıştı. Ama ev biraz fazlaca dağınıktı. “ Evde yedi kişi yaşıyor olmalı, her halde şimdi de bir yerlere gittiler, onlara bir sürpriz hazırlamalıyım.” diye düşündü.

            Önce biraz yemeklerden yedi, kendine geldi. Sonra evin içerisini topladı. Yemek yapmak için mutfakta neler olduğuna baktı. Biraz patates vardı, evin dışına çıkıp böğürtlenlerden ve armutlardan topladı.

            Akşam olduğunda bütün ev pırıl pırıldı, yemekler hazırdı. Pamuk Prense yorgun düşmüştü. Biraz uzanıp dinlenmeyi düşündü ama bu takların hiç birine sığamazdı. Evdeki tek büyük şey eski bir kanepeydi, ona oturdu ve oturur oturmaz da uyudu.

 Az sonra evin dışından şarkı sesleri geliyordu.

“Biz tam yedi cüceyiz

On dört kollu bir deviz

Var mı bize yan bakan hey

Yan bakan hey, yan bakan!”

Bu ormandan dönen yedi cücelerin sesiydi. Neşe içinde, evlerine girdiler. Tabi ki eve girer girmez de evde bir değişiklik olduğunun farkına vardılar.

Birincisi:

-       Biz evi sabah giderken temizleyip mi bırakmıştık, diye sordu.

İkincisi:

-       Yemek de pişirmemiştik, dedi.

Üçüncüsü:

-       Bulaşıkları kim yıkadı arkadaşlar, diye sordu.

Dördüncüsü:

-       Buradaki kirli çamaşırlar da yıkanmış!

Beşincisi:

-       Bütün bunlar kendi kendine olmadı ya!

Altıncısı:

-       Evimizi bir peri kızı ziyaret etmiş olmalı, dedi.

Yedi cücelerin hepsi de hayretler içindeydi. Herkes birbirine bir şeyler soruyor,

Bir şeyler gösteriyordu.

            Yedinci cüce bir üst katta neler olmuş diye merakla üst kata çıktı, bir de ne görsün! Dünyalar güzeli bir kız kanepede uyuyup kalmamış mı! ! Ayaklarının ucuna basa basa tekrar aşağıya indi ve diğerlerine gördüklerini anlattı. Hepsi teker teker gidip baktılar, gerçekten de gördükleri gerçekti. Hiç birisi de bu uyuyan güzeli uyandırmaya kıyamadı, uyanıncaya kadar da ses çıkarmamaya karar verdiler.

            Büyük bir sessizlik içinde yemeklerini yediler.

            Hayatlarında bu kadar lezzetli bir yemek yememişlerdi. Yemekten sonra içlerinden biri şöyle bir fikir ortaya attı:

-       Kızcağız ne kadar da yorgun görünüyor, ne kadar da güzel uyuyor, en iyisi o

Uyanıncaya kadar biz uyumayalım…

            Hepsi de bu fikri beğendiler. Pamuk Prenses ertesi günü, sabah uyanabildi. Gözlerini açınca bir de ne görsün! Yedi tane küçük insan meraklı gözlerle kendisine bakmıyorlar mı!

-       Şeyy, evinize izinsiz girdiğim için özür dilerim, uyuya kalmışım üstelik!..

-       Evimize hoş geldin güzel kız! Özür dilemene hiç gerek yok. Asıl biz sana

Teşekkür ederiz, bütün işlerimizi yapmışsın, dedi, en büyükleri.

-       Bir peri kızı olmalısın… dedi, diğer bir cüce.

-       Hayır, adım Pamuk Prenses, ormanda kötü kalpli üvey annemden kaçarken

Evinize rastladım… dedi ve başından geçenleri yedi cücelere anlattı.

            Yedi cüceler o kadar çok etkilendiler ve üzüldüler ki, bundan sonra Pamuk Prensesin kendileriyle birlikte kalmasını teklif ettiler. Prenses de seve seve kabul etti.

            O gün hemen Pamuk Prenses için bir yatak hazırladılar. Evi tekrar düzenlediler.

Artık Pamuk Prenses yedi cücelerle birlikte yaşıyordu. Hayatından da çok memnundu. Yedi cüceler onu çok seviyorlar, onun mutluluğu için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Her sabah ormana giderken bir yığın tembihte bulunuyorlardı.

-       Bak Pamuk Prenses; sakın tanımadığın kişilerle konuşma, evden çok uzağa

Gitme, dikkatli ol, diyorlardı.

            Pamuk Prenses de onların bu ilgisi ve sevgisini karşılıksız bırakmak istemiyor, akşama kadar uğraşıp duruyordu. Ortalığı topluyor, süpürüyor, çamaşırları yıkıyor, yedi cücelerin hiç tatmadıkları lezzetli yemekler yapıyordu.

            Biz gelelim kötü kalpli , kendini beğenmiş kraliçeye…Aradan epey zaman geçtikten sonra, en güzel kendisinin olduğunu düşünerek yine aynasının başına geçip, sordu aynaya:

-       Ayna ayna güzel ayna! Var mı benden daha güzel bu dünyada ?

Ayna da, bir müddet sessizlikten sonra cevap verdi:

-       Evet kraliçem, bu dünyada Pamuk Prenses var daha güzel, şimdi cücelerle

Yaşar, sık ağaçlı bir ormanda. Kraliçe duyduklarına inanamadı:

-       Sihirli ayna yanılmış olamaz, ama avcı, Pamuk Prensesin kalbini getirmişti,

Bu ne demek oluyor, diye tekrar aynaya seslendi: 

-       Ayna ayna güzel ayna! Var mı benden daha güzel bu dünyada ?

Sihirli ayna yine aynı cevabı verdi. Kraliçe küplere bindi, sinirinden dudakları

uçukladı, daha çok hırslandı…

-       Demek Pamuk Prenses hala hayatta, onu ele geçirmenin yolunu bulmalıyım

diye düşündü. Günlerce odasından çıkmayıp bir şeylerle uğraştı. Sihirli aynasının yardımıyla sihirli bir kemer yaptı. Kendisi de yaşlı bir satıcı kadın kılığına girdi. Hali o kadar inandırıcıydı ki, saraydan çıkarken onu muhafızlar bile tanıyamadılar ve :

-       Hey satıcı kadın! Senin ne işin var sarayın içinde! Çabuk uzaklaş buradan,

diye bağırdılar.

            Kötü kalpli kadın kıs kıs gülerek oradan uzaklaştı. Doğruca ormana gitti, Yedi Cücelerin evini bulmuştu çok geçmeden. Biraz daha yaklaşınca başladı bağırmaya:

-       Satıcı geldi!.. güzel kızlar için güzel kemerlerim vaar!

Ses o kadar yumuşak, o kadar güzel geliyordu ki, Pamuk Prenses merak etti ve

kapıya çıktı. Kadın sesinin en etkileyici tonuyla konuşmaya çalışıyordu;

-       Ah! Ne kadar güzelsin kızım, belin ne kadar da ince?

-       Teşekkür ederim teyzeciğim.

-       Güzel kemerlerim var, tam sana göre, almak ister misin?

-       İyi de hiç param yok ki,

-       Senden para isteyen de kim! Yanaş yanıma bakayım, şu güzel kemer sana

Hediyem olsun.

            Ve kemeri Pamuk Prensesin beline bağladı; bir anda öyle sıktı ki, zavallı Pamuk Prenses nefessiz kalıp yere yığılıverdi.

            Akşam olunca Yedi Cüceler yine neşe içinde eve döndüler, fakat kapının önüne geldiklerinde donup kaldılar. Pamuk Prenses yerde cansız yatıyordu. Hemen başına toplandılar, önce öldüğünü zannettiler.

-       Ah prensesimiz ne oldu sana böyle, diyerek ağladılar.

Tam o sırada birisi, belindeki kemeri fark etti. Meğer prenses nefessiz kaldığı

İçin baygın yatıyordu. Çabucak kemeri gevşetip çıkardılar, rahat bir nefes alan Pamuk Prenses gözlerini açtı.

            Yedi Cüceler o kadar çok sevindiler ki; “Allah’a şükürler olsun, prensesimiz yaşıyor, diyerek bağrıştılar. Pamuk Prenses başından geçenleri anlattı, yaşlı kadının beline kemeri nasıl bağladığını söyledi.

            Tabi yedi cüceler yaşlı kadının kötü kalpli kraliçe olduğunu hemen anladılar. Ertesi sabah ormana giderken, Pamuk Prensese sıkı sıkı tembih ettiler.

-       Sakın tanımadığın kişilerle konuşma, onlara kapıyı açma!

-       Tamam, hiç kimseye açmam kapıyı.

Kraliçe saraya varınca doğru sihirli aynasının başına geçti. Kendinden emin bir

Şekilde sordu, bu sefer:

-       Ayna ayna güzel ayna, var mı benden daha güzel bu dünyada?

-       Evet kraliçem, bu dünyada Pamuk Prenses var daha güzel, şimdi cücelerle

Yaşar sık ağaçlı bir ormanda.

-       Nasıl olur! Daha öğleyin cansız yere yığıldığını gördüm.

-       O cüceler ver ya o cüceler, onlar çok marifetliler. Akşam eve gelip Prensesi

iyileştirdiler, diye karşılık verdi ayna.

            Kötü kalpli kraliçenin kalbi daha da çok kötülüklerle doldu. Yine günlerce odasına kapandı. Başka bir şeyler düşünüyordu, sonra yine kılık değiştirip yola çıktı.

            Pamuk Prenses dışarıyı seyrediyorken, eve yaklaştı.

-       Merhaba güzel kız! Hava ne kadar güzel değil mi?

-       Evet teyzeciğim.

-       Bu güzel havada niçin içeride kapalısın, dışarıya gelsene!

-       Üzgünüm ama gelemem. Yedi küçük arkadaşıma söz verdim.

Pamuk Prenses o kadar iyi niyetliydi ki, başından geçenleri bir bir anlattı. O

Kadının kötü kalpli üvey annesi olacağı hiç de aklına gelmedi. Zaten kadın da o kadar iyi görünüyordu ki, görseniz siz de şüphelenmezdiniz. Kadın çok üzgünmüş gibi;

-       Vah benim zavallı, altın saçlı kızım, dedi. Çantasından bir şeyler arıyor gibi

Yaptı ve bir tarak çıkarıp Pamuk Prensese uzattı:

-       Bunu sana hediye etmek istiyorum.

Pamuk Prenses tarağı aldı, daha saçlarına değdirir değdirmez yere yığılıverdi.

Hain kraliçe kötü bir kahkaha atıp, hızla saray döndü.

            Yedi cüceler artık her akşam eve kötü bir şeyle karşılaşma korkusuyla dönüyorlardı. O akşam korktukları başlarına gelmişti. Prenses cansız bedeniyle karşılaştılar yine…

            Yaşıyor mu yaşamıyor mu anlayamadılar. Belinde kemer var mı diye baktılar, yok. Başka yerlere bakarken saçlarındaki tarağı gördüler. Meğer tarak sihirliymiş. Eğer biraz daha geç kalsalar prenses ölecekmiş. Pamuk Prenses tarağı çıkarır çıkarmaz gözlerini açtı. Başından geçenleri anlattı. Yedi cüceler gelenin yine kraliçe olduğunu anladılar. Daha da sıkı tembihte bulundular bu defa.

            Kraliçe ise aynasının karşısına geçti ve her zamanki gibi aynaya seslendi.

-       Ayna ayna güzel ayna, var mı benden daha güzel bu dünyada?

-       Evet kraliçem, bu dünyada Pamuk Prenses var daha güzel, şimdi cücelerle

Yaşar sık ağaçlı bir ormanda.

-       Nasıl olur? Daha öğleyin cansız yere yığıldığını gördüm.

-       O cüceler ver ya o cüceler, onlar çok marifetliler. Akşam eve gelip Prensesi

iyileştirdiler, diye karşılık verdi ayna.

            Kötü kraliçe bu planının da tutmadığını görünce daha etkili bir büyü yapmak için bu defa bir büyücüye gitti. Büyücüyle bir süre pazarlıklar yaptılar, büyücü kötü sesiyle bir kahkaha attı.

-        Siz Pamuk Prensesi öldü bilin kraliçem!

Büyücü kadın yollara düştü. Kocaman sepetinde elma satıyordu.

-       Güzel elmalarım var, kırmızı elmalarım var!..

Pamuk Prensesin dışarı çıkmaya hiç de niyeti yoktu ama pencerenin altında

Saatlerce bağırıp durdu kadın. Pamuk Prenses pencerenin kenarından dışarıya baktı, etrafı dikkatlice inceledi, gelen kesinlikle üvey annesi değildi. Elmalar da o kadar güzel görünüyordu ki. Canı çok çekti, yedi cücelere verdiği sözü unutup kadının verdiği

elmayı iştahla ısırıverdi. Isırır ısırmaz da yere uzandı kaldı.

            Akşam eve dönen yedi cüceler, prensesin cansız bedeniyle karşılaştılar yine. Kemer var mı, tarak var mı diye baktılar, hiçbir şey bulamadılar. Günlerce, acaba Pamuk Prenses uyanır mı diye yemeden içmeden bekleşip durdular. Ama Pamuk Prenseste ne ses vardı ne de soluk.

            Pamuk Prensesin öldüğüne inanmaktan başka çareleri yoktu. Ama nasıl kıyacaklardı, onu toprağa koymaya? İçlerinden biri şöyle bir fikir attı ortaya:

-       Prensesimiz için cam bit tabut yapalım, orada kalsın bundan böyle…

Bu fikri hepsi de kabul ettiler. Camdan çok güzel bir tabut yapıp içine yatırdılar.

Tabutu da bir tepeye koydular. Her gün birisi başında nöbet tutuyordu. Bir an bile yalnız bırakmıyorlardı Pamuk Prensesi. Cam Fanus içinde hiç de ölü gibi durmuyordu. Sanki uyuyor da uyanacak gibi bir hali vardı yüzünde.

            Günler aylar geçti, ne Pamuk Prenses uyandı ne de Yedi cücelerin eski neşesi yerine geldi. Bir gün atla gezinti yapan bir prensin yolu o tarafa düştü. Cam tabut içinde yatan kız dikkatini çekti. Pamuk Prenses peri masallarındaki kızlardan daha güzel uyuyordu. Prens bu güzellik karşısında adeta büyülendi. O gün nöbetçi olan cüceye sordu:

-       Bu prensesler kadar güzel kız da kim? Niçin burada yatıyor? Nöbetçi cüce:

-       O zaten bir prenses, efendim. Pamuk Prenses, dedi ve prensesin acıklı

hikayesini anlattı. Prens öyle etkilendi ki;

-       Lütfen bu tabutu bana verin. Pamuk Prenses benim yanımda kalsın. Onsuz

Bir an bile yaşayamam artık…

            Hayır efendim. Bunu yapamayız, onu size veremeyiz.

            Prens bir türlü razı edemedi cüceleri. Son bir istekte bulundu;

-       Öyleyse onu bir kez öpmeme izin verin!

Buna hayır demediler. Prens eğildi, Pamuk Prensesin alnına usulca bir öpücük

Kondurdu. Tam o anda, hiç beklenmedikleri bir şey oldu. Pamuk Prenses uykudan uyanıyormuşçasına gözlerini açtı.

-       Ne kadar çok uyumuşum, dedi.

Yedi cüceler ve prens çok sevindiler. Meğer, zehirli elma Pamuk Prensesi

Öldürmemiş ama uyutmuştu. Bu uykuda ancak bir prensin öpmesiyle bozulacaktı. Bu da gerçekleşmişti şimdi.

            Prens oracıkta Pamuk Prensese evlenme teklif etti.

-       Benim prensesim olur musun?

-       Bir şartla, yedi cüceleri de yanımıza alırsak…

Prens hiç düşünmeden kabul etmişti. Hepsi birlikte prensin ülkesine gittiler,

Düğün hazırlıkları yaptılar, Pamuk Prensesin kral olan babasıyla, kraliçe olan üvey annesini de düğüne davet ettiler.

            Kral ve kraliçe düğüne gittiklerinde bir de ne görsünler, bu düğün kızlarının düğünü değil mi?

            Kötü kalpli kraliçenin, kıskançlıktan kalbi sıkışıp oracıkta yere yığıldı. Bütün olanları krala da anlattılar. Bundan sonra, hepsi de mutlu bir şekilde yaşadılar.

            İyiler yaptıkları iyiliğin karşılığını, kötüler de yaptıkları kötülüğün karşılığını bulmuş oldular böylece…

           

 

           

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder