Çok eski zamanlarda genç bir çift
mutluluk içinde yaşıyorlardı. Bir çocuklarının olmasını çok istiyorlardı. Çok
zaman geçmeden Allah onların bu isteğine cevap verdi. Genç kadın bebek
beklemeye başladı.
İlk
zamanlar her şey çok güzeldi. Bir süre sonra genç kadının canı çilek yemek
istedi fakat oralarda ne çilek yetişirdi ne çileğin mevsimiydi. Kadın çilek
yemeyi o kadar istiyordu ki, adamcağız, karısının isteğini yerine getirebilmek
için gezmediği pazar bile kalmadı ama yine de çilek bulamadı.
Bunların
evlerinin yanında bir büyücü kadın yaşıyordu. Kadının kocaman bir evi, içinde
her türlü meyvenin, sebzenin yetiştiği bir bahçesi vardı. Hiç kimsede olmayan
bitkiler onun bahçesinde olurdu.
Genç
kadın da evinin penceresinden onun bahçesini seyreder, çilekleri gördükçe
içinde dayanılmaz bir istek duyardı. Zavallı kadın günden güne sarardı soldu.
Hasta olup yataklara düştü. Kocası çok sevdiği karısının bu hallere düşmesine
çok üzülüyor ne yapacağını bilemiyordu.
Ne
olursa olsun büyücü kadının bahçesine girip çilek çalmaya karar verdi. Gece
olup havanın kararmasını bekledi. Vakit bir hayli ilerleyince bahçe duvarından
atladı, bir sepetin içerisine o kıpkırmızı çilekleri doldurdu. Çilek dolu
sepeti eve getirdiğinde karısı çok sevindi tabii ki. Hemen bir oturuşta bütün
çilekleri yiyip bitirdi. Çilekler büyülüydü. Kadın çilekleri yedikten sonra,
canı daha çok çilek yemek istedi. Kocası ertesi günü, daha de büyücünün
bahçesinden çilek toplayıp karısına getirdi. Artık bu işi her gün yapar
olmuştu. Çünkü karısının yedikçe yiyesi geliyordu.
Cadı,
birisinin kendi bahçesine girip çileklerini topladığını fark etmişti. Bir gün
büyük bir ağacın arkasına saklandı ve adam tam çilekleri toplarken çıkıverdi.
Çatlak sesiyle bağırdı:
- Demek çileklerimi çalan sendin. Bunun
bedelini ödeyeceksin!
Zavallı
adam neye uğradığını şaşırdı:
- Şey! Karım hamile ve bu çileklerden
yemeyi çok istiyordu da…
Büyücü
kadın çocuk lafını duyunca biraz yumuşar gibi oldu:
- Demek bir bebek bekliyorsunuz, ben de
hep bir çocuğumun olmasını çok
İstemişimdir. Çocuğunuz doğunca onu
bana vermek şartıyla istediğin kadar çilek al.
Zavallı
adam hiçbir şey diyemedi. Çünkü karısı çilek yemediği zaman ölecek gibi
oluyordu. Nihayet çocukları doğdu. Altın saçlı, gökyüzü gibi masmavi gözlü, çok
güzel bir kızdı bu. Genç karı koca çok mutluydular. Tam kızlarına ne isim
vereceklerini düşünüyorlardı ki, cadı kadın çıkageldi:
-
Demek
bir kızınız oldu, yani benim kızım!
-
Ne
demek istiyorsunuz?
-
Anlaşmamızı
unuttunuz her halde, çileklere karşılık çocuk demiştim.
Büyücüye
karşılık verme fırsatları bile olmadan büyücü bebeği kaptığı gibi aldı
Gitti. Genç anne baba aylarca
bekledikleri yavrularını, henüz ona doyamadan kaybetmişlerdi. İsmini bile
koyamadan üstelik. Kötü kalpli büyücü bu güzel bebeğe Rapunzel adını verdi.
Karı koca aylarca, yıllarca büyücü kadının evini bahçesini boşuna gözetleyip
durdular. Kadın, kızı kimselere göstermiyordu.
Yıllar
geçti Rapunzel sarı uzun saçlı alımlı bir genç kız oldu. Büyücüden başka bir
insan görmemişti hayatında. Rapunzel büyüdükçe, cadı kadının telaşı artıyordu.
Rapunzel’i bir erkek görür de aşık olursa, elimden alırsa, diye telaşlanıyordu.
En
sonunda Rapunzel’i bir yere kapatmaya karar verdi. Sık ağaçlı bir ormanın
içinde yüksek bir kule yaptı. Bu kulenin ne merdiveni vardı ne de kapısı. En tepesinde bir odası vardı sadece. Cadı, Rapunzel’i
getirip bu odaya bıraktı. Zavallı kızcağız buradan ne dışarıya çıkabiliyor ne
de bir insan yüzü görebiliyordu. Analığı her gün Rapunzel’i görmeye geliyor,
ona yiyecek bir şeyler getiriyordu. Her akşam üstü geldiğinde de bu merdiveni
olmayan kuleye tırmanmak için Rapunzel’e sesleniyordu:
- Rapunzel! Uzat örgülerini güzel kızım.
Rapunzel
uzun sarı saçlarını örgü yapar, aşağıya uzatırdı. Büyücü de kızın
Saçlarına tutuna tutuna yukarıya
çıkardı. Gece geç vakit olunca da evine bu yolla geri dönerdi. Bir gün ülkenin
prensinin yolu bu sık ağaçlı ormana düştü. Ormanda gezinirken daha önce hiç
görmediği bu yüksek kule dikkatini çekti. Kulenin yanına yaklaştığında içeriden
çok güzel bir sesin geldiğini duydu. Rapunzel şarkı söylüyordu. Sesi de yüzü
kadar tatlıydı.”
Prens
birden bu sesin sahibine aşık oldu. Yukarıya nasıl çıkacağını düşünürken
Büyücü kadının ayak seslerini duydu.
Hemen bir ağacın arkasına saklandı. Büyücü kulenin dibine geldi ve yukarıya
bağırdı:
- Rapunzel! Uzat örgülerini kızım.
Prens
hayretler içinde kalmıştı. Kulenin en tepesindeki pencereden ay yüzlü,
Altın saçlı, bir kız saçlarını aşağıya
sarkıttı, korkunç sevimsiz yüzlü, çatlak sesli, ihtiyar cadı da yukarıya
çıkmıştı.
Prens
beklemeye, bu işin iç yüzünü anlamaya karar verdi. Kadın eve dönene kadar
bekledi. O gittikten sonra prens pencerenin altına geldi. Sesini cadının sesine
benzetmeye çalışarak seslendi:
- Rapunzel, uzat saçlarını güzel kızım.
Prensin
kalbi heyecandan hızla çarpıyordu. Rapunzel, annesi zannettiği cadıya
Saçlarını sarkıttı. Prens de saçlara
tutuna tutuna yukarıya çıktı. Gördüğü güzellik karşısında şaşkına dönmüştü.
Rapunzel ise o güne kadar büyücüden başka bir insan yüzü görmemişti. Prensi
görünce biraz korktu, geri çekildi.
-
Sen
de kimsin, diye sordu, titrek bir sesle.
-
Benden
korkma güzel kız, seni şarkı söylerken dinledim ama görüyorum ki
Yüzün sesinden daha da güzel…
Prens
de son derece yakışıklı, yumuşak huylu, güzel sözlü bir insandı. Rapunzel de
hemencecik prense aşık oluvermişti. Prens Rapunzel’e niçin burada olduğunu
sordu. Zavallı kızcağız da ilginç öyküsünü ona anlattı. Prens’e büyücü kadına
görünmemesini tembih etti.
Artık
prens her sabah Rapunzel’i görmeye geliyordu. Akşam olmadan da geri gidiyordu.
Çünkü akşamları da büyücü kadın geliyordu.
Prensle
Rapunzel evlenmeye karar verdiler. Prens Rapunzel’i bu kuleden alıp
kurtaracaktı. Ama büyücü kadından nasıl kurtulacaklarını, Rapunzdel’i aşağıya
nasıl indireceklerini düşünüyorlardı. Çünkü kulenin ne merdiveni vardı ne de
kapısı. Prensle büyücü, Rapunzel’in saçlarına tutunarak inip çıkıyorlardı.
Rapunzel nasıl inecekti?
Prens
ormandaki ağaçlardan bir merdiven yapmaya karar verdi. Her gün merdivenin bir
bölümünü tamamlıyor, akşama doğru da sık çalıların arasına saklıyordu.
Ama
büyücü kadın Rapunzel de bir değişiklik olduğunun farkındaydı. Kız hayatında
hiç olmadığı kadar mutluydu, gülüyordu, hüzünlü şarkılar yerine neşeli şarkılar
söylüyordu. Kötü büyücü, bir gün evine gidiyormuş gibi kuleden ayrıldı, fakat
gitmedi, yakınlarda bir yere saklandı.
Sabahleyin
prens geldi, Rapnzel’e seslendi. Rapunzel de saçlarını uzatıp prensi yukarıya
çekti. Büyücü bu manzarayı görünce çok öfkelendi. Yıllardan veri herkesten
sakladığı kız, bir erkeğe aşık olmuştu. Akşamı beklemeğe karar verdi.
Rapunzel’i
kuleden çıkaracak olan merdiven bu gün bitecek, ertesi günü de kaçacaklardı.
Sözleşip ayrıldılar. Kadın bunları duyunca hırslandı, ne yapacağını bilemedi.
Akşam olunca Rapunzel’in yanına çıktı ve onun güzelim saçlarını kesti.
Rapunzel’i götürüp ıssız bir çöle bıraktı. Kendisi de kuleye geri döndü. Kızın
saçlarını kulenin penceresine bağlayıp beklemeye başladı. Sabah olunca prens
geldi:
- Rapunzel, uzat saçlarını yukarıya
çıkayım!
Büyücü
pencerenin kenarına bağladığı kesik saçları aşağıya sarkıttı. Prens de
Her zaman ki gibi saçlara tutunup
yukarı çıktı. Ama yukarıda güzel sevgilisi yerine çirkin, yaşlı cadıyı görünce
çok şaşırdı.
- Demek Rapunzel’i görmeye geldin… diye
sırıttı.
Birden
sesini çatlattı:
- Al cezanı gör, diye bağırarak prensin
yüzüne bir büyülü su serpti. Prens
Artık görmez olmuştu. Sonra da prensi
omuzlarından aşağıya itti. Zavallı prense çok şükür ki bir şey olmamıştı. Fakat
artık göremiyordu.
Bu
vaziyette aylarca nereye gittiğini bilmeden dolaştı. Bir gün yolu Rapunzel’in
olduğu çöle düştü. Rapunzel bu çölde çok üzgün bir halde hayatını geçirmeye
çalışıyordu. Yine şarkı söylüyordu ama hüzünlü şarkılardı bunlar. Prens çölde
dolaşırken kulağına Rapunzel’in kadife gibi yumuşak sesi geldi. Önce hayal
duyduğunu zannetti ama bu gerçekti. Sesin geldiği tarafa yöneldi.
- Rapunzel, Rapunzel, diye seslendi.
İki
sevgili aylarca çile çektikten sonra birbirlerine kavuşmuşlardı. Hasret içinde
Birbirlerine sarıldılar. Rapunzel’in
gözyaşları sel olup akmıştı. İki damla gözyaşı da prensin gözlerine değdi.
Böyle olunca da büyü bozuldu ve tekrar görmeye başladı.
İki
gencin sevinçlerine diyecek yoktu. Prens Rapunzel’i aldı ve sarayına götürdü
Kral ve kraliçe aylardan beri kayıp
olan oğullarının geri gelmesine çok sevindiler. Üstelik prens, yanında peri
kızlarından daha güzel bir kızla dönmüştü. Hemen düğün hazırlıklarına
başladılar. Kırk gün kırk gece düğün yapıldı.
Mutluluk
içindeydiler ama Rapunzel bir gün kocasına cevabını bulamadığı bir soruyu
sordu:
- Ben o yaşlı büyücü kadının kızı
olamam, o halde gerçek anne ve babam kim
O kadar çok merak ediyorum ki!
Prens ne yapmaları gerektiğini, gerçeklerin ne olduğunu
anlamak için nasıl bir yol takip edeceklerini düşündü. Askerlerin hazırlanıp
büyücü kadını bulup getirmelerini emretti. Askerler kısa bir süre sonra büyücü
kadını bulup getirdi. Kadın Rapunzel’i çöle bıraktıktan sonra daha da yaşlanmış
ve güçten düşmüştü. Artık büyü yapma kabiliyetini de kaybetmişti. Pişmanlık
içinde bütün gerçekleri anlattı. Rapunzel’in gerçek anne babasının yerini
söyledi.
Hemen gittiler, anne babasını alıp geldiler. Daha bir
günlükken ayrıldıkları kızlarına on sekiz sene sonra kavuşmuşlardı. Herkes
sevinç içindeydi. Artık bundan sonra Rapunzel’in gerçek anne ve babası da
sarayda yaşamaya başladılar.
Kötü kalpli büyücüye gelince, onun da artık bir daha büyü
yapamayacağını biliyorlardı ve serbest bıraktılar.
Rapunzel ve prensin bir çok çocukları oldu. Hayatlarının
sonuna kadar da mutluluk içinde yaşayıp gittiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder