18 Temmuz 2013 Perşembe

RAPUNZEL


            Çok eski zamanlarda genç bir çift mutluluk içinde yaşıyorlardı. Bir çocuklarının olmasını çok istiyorlardı. Çok zaman geçmeden Allah onların bu isteğine cevap verdi. Genç kadın bebek beklemeye başladı.

            İlk zamanlar her şey çok güzeldi. Bir süre sonra genç kadının canı çilek yemek istedi fakat oralarda ne çilek yetişirdi ne çileğin mevsimiydi. Kadın çilek yemeyi o kadar istiyordu ki, adamcağız, karısının isteğini yerine getirebilmek için gezmediği pazar bile kalmadı ama yine de çilek bulamadı.

            Bunların evlerinin yanında bir büyücü kadın yaşıyordu. Kadının kocaman bir evi, içinde her türlü meyvenin, sebzenin yetiştiği bir bahçesi vardı. Hiç kimsede olmayan bitkiler onun bahçesinde olurdu.

            Genç kadın da evinin penceresinden onun bahçesini seyreder, çilekleri gördükçe içinde dayanılmaz bir istek duyardı. Zavallı kadın günden güne sarardı soldu. Hasta olup yataklara düştü. Kocası çok sevdiği karısının bu hallere düşmesine çok üzülüyor ne yapacağını bilemiyordu.

            Ne olursa olsun büyücü kadının bahçesine girip çilek çalmaya karar verdi. Gece olup havanın kararmasını bekledi. Vakit bir hayli ilerleyince bahçe duvarından atladı, bir sepetin içerisine o kıpkırmızı çilekleri doldurdu. Çilek dolu sepeti eve getirdiğinde karısı çok sevindi tabii ki. Hemen bir oturuşta bütün çilekleri yiyip bitirdi. Çilekler büyülüydü. Kadın çilekleri yedikten sonra, canı daha çok çilek yemek istedi. Kocası ertesi günü, daha de büyücünün bahçesinden çilek toplayıp karısına getirdi. Artık bu işi her gün yapar olmuştu. Çünkü karısının yedikçe yiyesi geliyordu.

            Cadı, birisinin kendi bahçesine girip çileklerini topladığını fark etmişti. Bir gün büyük bir ağacın arkasına saklandı ve adam tam çilekleri toplarken çıkıverdi. Çatlak sesiyle bağırdı:

-       Demek çileklerimi çalan sendin. Bunun bedelini ödeyeceksin!

Zavallı adam neye uğradığını şaşırdı:

-       Şey! Karım hamile ve bu çileklerden yemeyi çok istiyordu da…

Büyücü kadın çocuk lafını duyunca biraz yumuşar gibi oldu:

-       Demek bir bebek bekliyorsunuz, ben de hep bir çocuğumun olmasını çok

İstemişimdir. Çocuğunuz doğunca onu bana vermek şartıyla istediğin kadar çilek al.

            Zavallı adam hiçbir şey diyemedi. Çünkü karısı çilek yemediği zaman ölecek gibi oluyordu. Nihayet çocukları doğdu. Altın saçlı, gökyüzü gibi masmavi gözlü, çok güzel bir kızdı bu. Genç karı koca çok mutluydular. Tam kızlarına ne isim vereceklerini düşünüyorlardı ki, cadı kadın çıkageldi:

-       Demek bir kızınız oldu, yani benim kızım!

-       Ne demek istiyorsunuz?

-       Anlaşmamızı unuttunuz her halde, çileklere karşılık çocuk demiştim.

Büyücüye karşılık verme fırsatları bile olmadan büyücü bebeği kaptığı gibi aldı

Gitti. Genç anne baba aylarca bekledikleri yavrularını, henüz ona doyamadan kaybetmişlerdi. İsmini bile koyamadan üstelik. Kötü kalpli büyücü bu güzel bebeğe Rapunzel adını verdi. Karı koca aylarca, yıllarca büyücü kadının evini bahçesini boşuna gözetleyip durdular. Kadın, kızı kimselere göstermiyordu.

            Yıllar geçti Rapunzel sarı uzun saçlı alımlı bir genç kız oldu. Büyücüden başka bir insan görmemişti hayatında. Rapunzel büyüdükçe, cadı kadının telaşı artıyordu. Rapunzel’i bir erkek görür de aşık olursa, elimden alırsa, diye telaşlanıyordu.

            En sonunda Rapunzel’i bir yere kapatmaya karar verdi. Sık ağaçlı bir ormanın içinde yüksek bir kule yaptı. Bu kulenin ne merdiveni vardı ne de kapısı. En tepesinde  bir odası vardı sadece. Cadı, Rapunzel’i getirip bu odaya bıraktı. Zavallı kızcağız buradan ne dışarıya çıkabiliyor ne de bir insan yüzü görebiliyordu. Analığı her gün Rapunzel’i görmeye geliyor, ona yiyecek bir şeyler getiriyordu. Her akşam üstü geldiğinde de bu merdiveni olmayan kuleye tırmanmak için Rapunzel’e sesleniyordu:

-       Rapunzel! Uzat örgülerini güzel kızım.

Rapunzel uzun sarı saçlarını örgü yapar, aşağıya uzatırdı. Büyücü de kızın

Saçlarına tutuna tutuna yukarıya çıkardı. Gece geç vakit olunca da evine bu yolla geri dönerdi. Bir gün ülkenin prensinin yolu bu sık ağaçlı ormana düştü. Ormanda gezinirken daha önce hiç görmediği bu yüksek kule dikkatini çekti. Kulenin yanına yaklaştığında içeriden çok güzel bir sesin geldiğini duydu. Rapunzel şarkı söylüyordu. Sesi de yüzü kadar tatlıydı.”   

            Prens birden bu sesin sahibine aşık oldu. Yukarıya nasıl çıkacağını düşünürken

Büyücü kadının ayak seslerini duydu. Hemen bir ağacın arkasına saklandı. Büyücü kulenin dibine geldi ve yukarıya bağırdı:

-       Rapunzel! Uzat örgülerini kızım.

Prens hayretler içinde kalmıştı. Kulenin en tepesindeki pencereden ay yüzlü,

Altın saçlı, bir kız saçlarını aşağıya sarkıttı, korkunç sevimsiz yüzlü, çatlak sesli, ihtiyar cadı da yukarıya çıkmıştı.

            Prens beklemeye, bu işin iç yüzünü anlamaya karar verdi. Kadın eve dönene kadar bekledi. O gittikten sonra prens pencerenin altına geldi. Sesini cadının sesine benzetmeye çalışarak seslendi:

-       Rapunzel, uzat saçlarını güzel kızım.

Prensin kalbi heyecandan hızla çarpıyordu. Rapunzel, annesi zannettiği cadıya

Saçlarını sarkıttı. Prens de saçlara tutuna tutuna yukarıya çıktı. Gördüğü güzellik karşısında şaşkına dönmüştü. Rapunzel ise o güne kadar büyücüden başka bir insan yüzü görmemişti. Prensi görünce biraz korktu, geri çekildi.

-       Sen de kimsin, diye sordu, titrek bir sesle.

-       Benden korkma güzel kız, seni şarkı söylerken dinledim ama görüyorum ki

Yüzün sesinden daha da güzel…

            Prens de son derece yakışıklı, yumuşak huylu, güzel sözlü bir insandı. Rapunzel de hemencecik prense aşık oluvermişti. Prens Rapunzel’e niçin burada olduğunu sordu. Zavallı kızcağız da ilginç öyküsünü ona anlattı. Prens’e büyücü kadına görünmemesini tembih etti.

            Artık prens her sabah Rapunzel’i görmeye geliyordu. Akşam olmadan da geri gidiyordu. Çünkü akşamları da büyücü kadın geliyordu.

            Prensle Rapunzel evlenmeye karar verdiler. Prens Rapunzel’i bu kuleden alıp kurtaracaktı. Ama büyücü kadından nasıl kurtulacaklarını, Rapunzdel’i aşağıya nasıl indireceklerini düşünüyorlardı. Çünkü kulenin ne merdiveni vardı ne de kapısı. Prensle büyücü, Rapunzel’in saçlarına tutunarak inip çıkıyorlardı. Rapunzel nasıl inecekti?

            Prens ormandaki ağaçlardan bir merdiven yapmaya karar verdi. Her gün merdivenin bir bölümünü tamamlıyor, akşama doğru da sık çalıların arasına saklıyordu.

            Ama büyücü kadın Rapunzel de bir değişiklik olduğunun farkındaydı. Kız hayatında hiç olmadığı kadar mutluydu, gülüyordu, hüzünlü şarkılar yerine neşeli şarkılar söylüyordu. Kötü büyücü, bir gün evine gidiyormuş gibi kuleden ayrıldı, fakat gitmedi, yakınlarda bir yere saklandı.

            Sabahleyin prens geldi, Rapnzel’e seslendi. Rapunzel de saçlarını uzatıp prensi yukarıya çekti. Büyücü bu manzarayı görünce çok öfkelendi. Yıllardan veri herkesten sakladığı kız, bir erkeğe aşık olmuştu. Akşamı beklemeğe karar verdi.

            Rapunzel’i kuleden çıkaracak olan merdiven bu gün bitecek, ertesi günü de kaçacaklardı. Sözleşip ayrıldılar. Kadın bunları duyunca hırslandı, ne yapacağını bilemedi. Akşam olunca Rapunzel’in yanına çıktı ve onun güzelim saçlarını kesti. Rapunzel’i götürüp ıssız bir çöle bıraktı. Kendisi de kuleye geri döndü. Kızın saçlarını kulenin penceresine bağlayıp beklemeye başladı. Sabah olunca prens geldi:

-       Rapunzel, uzat saçlarını yukarıya çıkayım!

Büyücü pencerenin kenarına bağladığı kesik saçları aşağıya sarkıttı. Prens de

Her zaman ki gibi saçlara tutunup yukarı çıktı. Ama yukarıda güzel sevgilisi yerine çirkin, yaşlı cadıyı görünce çok şaşırdı.

-       Demek Rapunzel’i görmeye geldin… diye sırıttı.

Birden sesini çatlattı:

-       Al cezanı gör, diye bağırarak prensin yüzüne bir büyülü su serpti. Prens

Artık görmez olmuştu. Sonra da prensi omuzlarından aşağıya itti. Zavallı prense çok şükür ki bir şey olmamıştı. Fakat artık göremiyordu.

            Bu vaziyette aylarca nereye gittiğini bilmeden dolaştı. Bir gün yolu Rapunzel’in olduğu çöle düştü. Rapunzel bu çölde çok üzgün bir halde hayatını geçirmeye çalışıyordu. Yine şarkı söylüyordu ama hüzünlü şarkılardı bunlar. Prens çölde dolaşırken kulağına Rapunzel’in kadife gibi yumuşak sesi geldi. Önce hayal duyduğunu zannetti ama bu gerçekti. Sesin geldiği tarafa yöneldi.

-       Rapunzel, Rapunzel, diye seslendi.

İki sevgili aylarca çile çektikten sonra birbirlerine kavuşmuşlardı. Hasret içinde

Birbirlerine sarıldılar. Rapunzel’in gözyaşları sel olup akmıştı. İki damla gözyaşı da prensin gözlerine değdi. Böyle olunca da büyü bozuldu ve tekrar görmeye başladı.

            İki gencin sevinçlerine diyecek yoktu. Prens Rapunzel’i aldı ve sarayına götürdü

Kral ve kraliçe aylardan beri kayıp olan oğullarının geri gelmesine çok sevindiler. Üstelik prens, yanında peri kızlarından daha güzel bir kızla dönmüştü. Hemen düğün hazırlıklarına başladılar. Kırk gün kırk gece düğün yapıldı.

            Mutluluk içindeydiler ama Rapunzel bir gün kocasına cevabını bulamadığı bir soruyu sordu:

-       Ben o yaşlı büyücü kadının kızı olamam, o halde gerçek anne ve babam kim

O kadar çok merak ediyorum ki!

            Prens ne yapmaları gerektiğini, gerçeklerin ne olduğunu anlamak için nasıl bir yol takip edeceklerini düşündü. Askerlerin hazırlanıp büyücü kadını bulup getirmelerini emretti. Askerler kısa bir süre sonra büyücü kadını bulup getirdi. Kadın Rapunzel’i çöle bıraktıktan sonra daha da yaşlanmış ve güçten düşmüştü. Artık büyü yapma kabiliyetini de kaybetmişti. Pişmanlık içinde bütün gerçekleri anlattı. Rapunzel’in gerçek anne babasının yerini söyledi.

            Hemen gittiler, anne babasını alıp geldiler. Daha bir günlükken ayrıldıkları kızlarına on sekiz sene sonra kavuşmuşlardı. Herkes sevinç içindeydi. Artık bundan sonra Rapunzel’in gerçek anne ve babası da sarayda yaşamaya başladılar.

            Kötü kalpli büyücüye gelince, onun da artık bir daha büyü yapamayacağını biliyorlardı ve serbest bıraktılar.

            Rapunzel ve prensin bir çok çocukları oldu. Hayatlarının sonuna kadar da mutluluk içinde yaşayıp gittiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder