Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın kulu
çokmuş. Zamanın birinde, bir adamın iki oğlu varmış. Günler, aylar, yıllar
geçmiş babaları ölmüş. İki oğlanın en küçükleri de Keloğlan’mış. Daha babasının
sağlığında abisinden çok çekmiş, çok dayaklar yemiş, o da hayvanlarını ayırmak
istemiş. Abisi de buna:
- Olur Keloğlan. Eski ahır benim, yenisi
de senin olsun, demiş.
Keloğlan
buna çok sevinmiş, hemen kabul etmiş. Sonra da:
-
Olur
abi, ya koyunları nasıl bölüşeceğiz? Deyince abisi de:
-
Kolay
Keloğlan. Davarı, sığırı kıra salarız. Akşam dönüşünde yeni ahıra girenler
senin, eski ahıra girenler de benim
olur, demiş.
Keloğlan
bunu da kabul etmiş. Koyunları çıkarmış, kırlara salıvermiş. Akşam olmak
üzereyken de sürüyü önüne katıp getirmiş. Bir de ne görsün, bütün hayvanlar
eski ahıra yani abisinin yerine girmişler. Keloğlan yeni ahıra girmiş, bakmış
ki kendisine bir kel tosun düşmüş. Yemliğin önünde düşünüp duruyor.
Keloğlan
bir tek hayvanı ne yapsın. Kel tosunun boynuna ip bağlayıp düşmüş yollara.
Sonunda büyük bir çadır çamla karşılaşmış.
- Bana bak hele çadır çam, bu kel tosun
sana kışa kadar teslim. Yemini, suyunu,
Tımarını bir güzel bakımını yap. Kışa
kadar bana teslim etmezsen, ben de seni kel tosuna çevirim haa!
Kel
tosunun ipini ağaca bağlayan Keloğlan, türkü söyleye söyleye köyüne dönmüş. Kel
tosunu soran köylülere de, onu emanete verdiğini, çok iyi bakacaklarını, kurda
kuşa dikkat edeceklerini kışa doğru da teslim edeceklerini söylüyormuş. Tabi
bunu duyan köylüler de şaşırıp kalıyorlarmış.
Aradan
zaman geçmiş. Bu Keloğlan eline değneğini alarak kel tosunu kontrole gitmiş.
Orası burası derken çadır çama ulaşmış. Bir de ne görsün bağladığı ip duruyor
ama kel tosun ortalıkta yok.
- Ey, çadır çam! Kel tosun nerede?
Emanete böyle baktın sen deyip, ben seni kel
Tosuna çeviririm demedim mi diye kızan
Keloğlan, başlamış ağacın dibini kazmaya.
Kazmaya
devam eden Keloğlan ağaç köklerine kadar geldiğinde bir küp dolusu altın
bulmuş. Heybesine doldurmuş köyün yolunu tutmuş. Yolda gölgesinden korkan
Keloğlan, gölgesi önüne geçtikçe bana dokunma diye yere bir altın atmaya
başlamış.
Köye
geldiğinde abisine her şeyi anlatmış ama elinde bir tane sarı altını kalmış.
Abisi altını görünce gözlerine inanamamış, Keloğlan’a hadi beni oraya götür de
şu sarı altınları toplayalım sonra kardeş payı yaparız demiş, ve düşmüşler
yola…Ağacın yanına gelmişler. Tekrar kazmaya başlamışlar, bu defa karşılarına
bir kapı çıkıvermiş. Kapının altında da bir çuval dolusu altın bulmuşlar. Abisi
altın çuvalını, Keloğlan da kapıyı sırtlanıp köye dönmüşler.
Keloğlan
getirdiği kapıyı ahıra takmış. Sonra abisinin yanına gelip, altınları nasıl
paylaşacağız, diye sormuş. Abisi şöyle
bir düşündükten sonra:
- Hocanın küpüyle ölçeriz demiş.
Keloğlan’da
hemen hocaya haber verip çağırmış. Hoca altınları görünce ağzı açık
Kalmış. Başlamış çuvaldaki altınları
iki kardeş arasında pay etmeye, sonunda kendisine bir küp ayırmaya gelince,
küpün dolmadığını gören hoca buna itiraz etmiş. İlla benim ki bir küp olacak
diye. Keloğlan abisinin kulağına, biz buna ne diye verdik, şimdi bu bizi
herkese altınım olduğunu söylere haramilere haydutlara bize yem ederler, biz bu
hocanın icabına bakalım demiş. Hoca çuvalın dibini kontrol ederken Keloğlan
gelip hocaya vurduğu gibi düşürmüş.
Şimdi
altınları tam oldu hoca deyip, İki kardeş altınları kendi aralarında eşit
olarak paylaşmışlar, o günden sonra birlikte mutlu bir ömür sürmüşler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder