5 Ağustos 2013 Pazartesi

KELOĞLAN VE DEFİNE


          Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın kulu çokmuş. Zamanın birinde, bir adamın iki oğlu varmış. Günler, aylar, yıllar geçmiş babaları ölmüş. İki oğlanın en küçükleri de Keloğlan’mış. Daha babasının sağlığında abisinden çok çekmiş, çok dayaklar yemiş, o da hayvanlarını ayırmak istemiş. Abisi de buna:

-       Olur Keloğlan. Eski ahır benim, yenisi de senin olsun, demiş.

Keloğlan buna çok sevinmiş, hemen kabul etmiş. Sonra da:

-       Olur abi, ya koyunları nasıl bölüşeceğiz? Deyince abisi de:

-       Kolay Keloğlan. Davarı, sığırı kıra salarız. Akşam dönüşünde yeni ahıra girenler

senin, eski ahıra girenler de benim olur, demiş.

            Keloğlan bunu da kabul etmiş. Koyunları çıkarmış, kırlara salıvermiş. Akşam olmak üzereyken de sürüyü önüne katıp getirmiş. Bir de ne görsün, bütün hayvanlar eski ahıra yani abisinin yerine girmişler. Keloğlan yeni ahıra girmiş, bakmış ki kendisine bir kel tosun düşmüş. Yemliğin önünde düşünüp duruyor.

            Keloğlan bir tek hayvanı ne yapsın. Kel tosunun boynuna ip bağlayıp düşmüş yollara. Sonunda büyük bir çadır çamla karşılaşmış.

-       Bana bak hele çadır çam, bu kel tosun sana kışa  kadar teslim. Yemini, suyunu,

Tımarını bir güzel bakımını yap. Kışa kadar bana teslim etmezsen, ben de seni kel tosuna çevirim haa!

            Kel tosunun ipini ağaca bağlayan Keloğlan, türkü söyleye söyleye köyüne dönmüş. Kel tosunu soran köylülere de, onu emanete verdiğini, çok iyi bakacaklarını, kurda kuşa dikkat edeceklerini kışa doğru da teslim edeceklerini söylüyormuş. Tabi bunu duyan köylüler de şaşırıp kalıyorlarmış.

            Aradan zaman geçmiş. Bu Keloğlan eline değneğini alarak kel tosunu kontrole gitmiş. Orası burası derken çadır çama ulaşmış. Bir de ne görsün bağladığı ip duruyor ama kel tosun ortalıkta yok.

-       Ey, çadır çam! Kel tosun nerede? Emanete böyle baktın sen deyip, ben seni kel

Tosuna çeviririm demedim mi diye kızan Keloğlan, başlamış ağacın dibini kazmaya.

            Kazmaya devam eden Keloğlan ağaç köklerine kadar geldiğinde bir küp dolusu altın bulmuş. Heybesine doldurmuş köyün yolunu tutmuş. Yolda gölgesinden korkan Keloğlan, gölgesi önüne geçtikçe bana dokunma diye yere bir altın atmaya başlamış.

            Köye geldiğinde abisine her şeyi anlatmış ama elinde bir tane sarı altını kalmış. Abisi altını görünce gözlerine inanamamış, Keloğlan’a hadi beni oraya götür de şu sarı altınları toplayalım sonra kardeş payı yaparız demiş, ve düşmüşler yola…Ağacın yanına gelmişler. Tekrar kazmaya başlamışlar, bu defa karşılarına bir kapı çıkıvermiş. Kapının altında da bir çuval dolusu altın bulmuşlar. Abisi altın çuvalını, Keloğlan da kapıyı sırtlanıp köye dönmüşler.

            Keloğlan getirdiği kapıyı ahıra takmış. Sonra abisinin yanına gelip, altınları nasıl paylaşacağız, diye sormuş.  Abisi şöyle bir düşündükten sonra:

-       Hocanın küpüyle ölçeriz demiş.

Keloğlan’da hemen hocaya haber verip çağırmış. Hoca altınları görünce ağzı açık

Kalmış. Başlamış çuvaldaki altınları iki kardeş arasında pay etmeye, sonunda kendisine bir küp ayırmaya gelince, küpün dolmadığını gören hoca buna itiraz etmiş. İlla benim ki bir küp olacak diye. Keloğlan abisinin kulağına, biz buna ne diye verdik, şimdi bu bizi herkese altınım olduğunu söylere haramilere haydutlara bize yem ederler, biz bu hocanın icabına bakalım demiş. Hoca çuvalın dibini kontrol ederken Keloğlan gelip hocaya vurduğu gibi düşürmüş.

            Şimdi altınları tam oldu hoca deyip, İki kardeş altınları kendi aralarında eşit olarak paylaşmışlar, o günden sonra birlikte mutlu bir ömür sürmüşler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder