7 Ağustos 2013 Çarşamba

MAVİ FENER


         Çok uzak bir ülkede kahraman bir asker vardı. Uzun yıllar kralına canla başla hizmet etmişti. Savaş sona erdiğinde evine döndü. Her yanı savaşta aldığı yaralarla doluydu. Bu yüzden daha fazla hizmet etmesi olanaksızdı. Kral ona:

-       Memleketine gidebilirsin, dedi. Artık senin gücüne ihtiyacımız yok. Artık sana

maaş da vermeyeceğim. Çünkü ben ancak çalışma karşılığı maaş veririm.

            Bunları duyan asker çok üzüldü. Ne yapacağını, ne iş bulacağını düşünerek yola çıktı. Akşam olup hava kararana kadar durmadan yürüdü. O sırada bir ışık gördü. Oraya doğru yürüdü. Kapıyı çaldı. Karşısına bir cadı çıktı. Asker ona:

-       Bir lokma ekmek ver, geceyi dam altında geçirmeme izin ver, dedi. Yorgunluktan

ölmek üzereyim.

            Kadın onu baştan aşağıya süzdü:

-       Yolunu şaşırmış bir askere kimse kapısını açmaz, ama ben sana merhametli

davranacağım. İstediklerimi yaparsan seni misafir ederim bu gece, dedi.

-       Tabii dedi, asker. Ne istiyorsan söyle yaparım.

-       Yarın bahçemi kazacaksın.

Asker buna razı oldu. İçeri girdi, kadının verdiği çorbayı içti. Sonra da uyudu. Sabah

Olunca erkenden kalktı. Bütün gün çalıştı. Ama cadının gösterdiği yerin tümünü kazamadı. Cadı bunu görünce söylendi:

-       Bugün daha fazla çalışamayacaksın anlaşılan, dedi. Seni bir gece daha misafir

edeceğim. Buna karşılık bana bir yük odun kesip getireceksin.

            Asker bunu kabul etti. O gece de evde kaldı. Sabah erkenden kalkıp hem dünden kalan işi tamamladı hem de odun kesti. Ama bunu da tamamlayamadı. O zaman cadı ona:

-       Bir gece daha kalacaksın evde, dedi. Buna karşılık ufak bir iş daha yapacaksın.

-       Ne işi bu, diye sordu asker.

-       Evin arkasında susuz bir kuyu var, içine mavi fenerimi düşürdüm. Mavi mavi yanıp

sönen bir fener bu. Bunu susuz kuyudan çıkarıp bana vereceksin.

-       Kabul, dedi asker. Yarın kuyuya iner fenerini getiririm sana.

Ertesi sabah birlikte kuyunun başına gittiler. Kadın askerin beline kalın bir ip bağladı.

Sonra onu aşağıya sarkıttı. Asker dibe iner inmez mavi feneri buldu. Kendini yukarı çekmesi için kadına işaret verdi. Kadın ipi çekmeye başladı. Asker tam kuyunun ağzına gelince elini uzattı. Ona:

-       Feneri ver, diye buyurdu.

O anda asker cadıdan kuşkulandı. Onun kötü bir amacı olduğunu anladı. Cadıya:

-       Yok dedi. Ayağım yere basmadan feneri vermem sana.

Bu sözleri duyan cadı çok kızdı. İpi bıraktı ve asker kuyunun dibine düştü. Bir süre

kendine gelemedi. Neyse ki hiçbir yeri yaralanmamıştı. Buradan nasıl kurtulacağını düşündü. Yukarıya baktı. Ama kuyu çok derindi. Taşlara tutunarak tırmanması olanaksızdı. Umutsuzca oturdu yeniden. Yanı başında yanıp sönen mavi fenere baktı. Aniden cebindeki tütün aklına geldi. Sigarayı mavi fenere tutarak yaktı.

-       Eh, giderayak bir tütün içelim bari, diye söylendi.

Derin bir nefes çekip savurdu. Tütün dumanı kuyunun boşluğunu doldurdu. Aynı anda

Karşısında minicik kapkara bir cüce belirdi. Askerin önünde saygıyla eğildi:

-       Emriniz Efendim, dedi.

-       Emir mi, ne emri, diye kekeledi asker.

-       Siz ne isterseniz onu yapmaya zorunluyum, diye cevap verdi cüce.

-       O halde kuyudan çıkar beni.

-       Hay hay efendimiz.

Böyle söyleyen cüce, askerin elini tuttu. Bir yer altı geçidinde bir süre ilerledi. Yanına

da mavi feneri almayı unutmadı. Cüce kocaman bir demir kapıyı açtı. Burası tavan kadar altınlarla, kıymetli taşlarla doluydu. Cüce buranın cadının hazinesi olduğunu söyledi. Asker ceplerini, koynunu bunlarla doldurdu. Sonra yola devam ettiler. Yukarıya, gün ışığına çıktılar.

Asker, cüceye:

-       İhtiyar cadıyı bağla, yargıca teslim et, diye buyurdu.

Az sonra cüce geldi:

-       Tamam efendimiz, cadıyı teslim ettim, dedi. Başka bir emriniz var mı?

-       Şimdilik hiçbir şey, dedi asker. Gidebilirsin, ama çağırdığım da hemen gelmelisin.

-       Hay hay efendim, dedi cüce. Beni çağırmanız için tütününüzü mavi fenerle

yakmanız yeterlidir. O zaman ben hemen yanınızda olurum.

            Bunları söyleyen cüce o anda ortadan kayboldu. Asker başkente geri döndü. En iyi hana geldi, kendine hanın en iyi odasını açtırdı. Odaya yerleşince tütünü sardı. Mavi fenerde yaktı. İlk duman tüter tütmez cüce karşısında belirdi.

-       Emriniz efendim, dedi.

-       Krala yıllarca canla başla hizmet ettim. O beni artık iş göremem diye beş parasız

yanından uzaklaştırdı. Şimdi ondan intikam almak itiyorum.

            Cüce sordu:

-       Ne yapmamı emredersiniz?

-       Kralın kızı uyur uyumaz onu buraya getir. Gelsin burada bana hizmetçilik yapsın,

diye düşüncesini açıkladı asker.

-       Çok kolay efendimiz, diye cevap verdi cüce. Benim için kolay ama sizin için

tehlikeli. Eğer durum anlaşılırsa kelleniz gider. Bunu böyle bilin.

-       Sen bunları düşünme, dedi asker. Kızı buraya getir gerisine karışma.

Saat on ikide kapı açıldı. Cüce kollarına mışıl mışıl uyuyan kralın kızı ile birlikte içeriye girdi. Asker, kızı uyandırdı. Süpürgeyi eline verdi. Ardı ardına emirler vererek ona bir sürü iş yaptırdı. Bu işler bitince asker koltuğa oturdu. Kıza:

-        Gel buraya, çizmelerimi çek, dedi.

Kız çizmeleri çıkardı. Asker onları temizleyip parlatmasını buyurdu. Zavallı kız hiç ses

çıkarmadan asker ne istediyse yaptı. Ertesi sabah kız, babası krala dün gece olanları anlattı:

-       Yolları yıldırım hızıyla geçirildim, dedi. Bişr askerin odasına götürüldüm. O bana

bazı emirler verdi. Hepsini yaptım. Odayı sildim, süpürdüm. Adamın çizmelerini çektim. Çamurlarını temizledim. Boyayıp parlattım.

-       Eee, dedi babası.

-       Bütün bunları yaptım. Kuşkusuz düşte oldu bunlar. Ama bu işleri yapmış gibi çok

yorgunum.

-       Kral uzun uzun düşündü, kızına:

-       Bunlar düştür inşallah, dedi. Ama gerçek de olabilir. Sen yine de önlem al. Cebine

bezelye doldur. Bir de delik aç. Eğer seni gerçekten götürürlerse bezelye gittiğin yola dökülür

biz de  o yeri kolaylıkla buluruz.

            Kral bunları söylerken cüce de oradaydı. Kendisi görünmüyordu ama konuşulanları dinliyordu. Gerçekten o gece kız cebinde bezelyelerle uyudu. Sabah kral hemen adamlarını yollara saldı. Ama bütün sokaklara bezelyeler saçıldığı görüldü. Çünkü cüce o gece kenti dolaşmış, her yana bezelye serpmişti. Bu nedenle kral, kızının o gece nereye götürüldüğünü öğrenemedi. Kral bu kez kızına başka bir önlem önerdi:

-       Yatağa girerken pabucunu çıkarma. Oradan dönmeden önce birini orada sakla.

Ben ne yapar eder onu bulurum.

            Cüce bu konuşmayı da işitti.

            Asker o gece de kızı getirmesini isteyince bundan vazgeçmesini rica etti. Kızın pabucu bulunursa durumunun çok kötü olacağını söyledi. Asker cüceye kızdı:

-       Sana ne diyorsam onu yap, diye bağırdı.

Gece yarısı cüce kızı getirdi. Bütün gece boyunca odada bir hizmetçi gibi çalıştı. Tüm

Emirleri yerine getirdi. Bu arada hiç belli etmeden pabucunun birini yatağın altına sakladı.

            Ertesi sabah kralın tüm askerleri kentteki evleri tek tek aradılar. Sonunda askerin odasında kızın pabucunu buldular. Bu sırada asker, cücenin dediğini yapmış başka bir kente doğru yola çıkmıştı bile. Arkadan yetişen atlı askerler onu yakaladılar. Zindana attılar.

            Asker çaresizlik içinde kıvranırken hancının oradan geçmekte olduğunu gördü. Ona seslendi. Adama:

-       Odamda bıraktığım çıkını bana getirsen sana bir altın veririm, dedi.

Adam koşa koşa gitti, askerin çıkınını getirdi. Parmaklıkların arasından uzattı. Asker

ona teşekkür etti, bir altın verdi. Çıkını açtı, tütünü fenerle yaktı. Bir nefes çekti. Cüce hemen oracıkta beliriverdi.

-       Hiç korkmayın efendim, dedi. Nereye götürürlerse götürsünler, sakın feneri

yanınızdan ayırmayın. Böylelikle beni her an yanınıza çağırabilirsiniz.

            Ertesi gün askeri, yargıç karşısına çıkardılar. Burada yapılan sorgulamada askerin yaptıklarının pek ağır bir suç oluşturmadığı anlaşıldı. Ama hain yargıç, yine ona idam kararı verdi. Askeri idam sehpasının olduğu yere götürdüler. Asker orada kraldan son arzusu olarak bir tütün içmesine izin verilmesini istedi. Kral da:

-       Hay hay! İç içebildiğin kadar, dedi.

Asker hemen bir sigara sardı. Onu mavi fenere yaklaştırıp yaktı. Bir duman savurdu.

Cüce karşısında belirdi. Ona:

-       Emredin efendim, dedi.

Asker eliyle yargıcı, kralın askerlerini göstererek buyurdu.

-       Eline bir sopa al şunları bir güzel patakla, dedi. Kral hazretlerini de unutma sakın.

Bu sözleri duyan cücenin elinde bir sopa belirdi. Sopa havaya kalktı. Şimşek gibi inip

Kalkmaya başladı. Krala, yargıca, diğer askerlere öyle bir vurdu ki kimse ne olduğunu anlayamadı. Üstelik kimse hızla hareket eden sopayı göremiyordu. Sadece acısını üzerlerin de duyuyorlardı. Az sonra hepsi yerlere yıkıldılar. Bağırıp çağırmaya, ağlayıp inlemeye başladılar. Kral gelip askerin ayaklarına kapandı. Canını bağışlaması koşuluyla kızını ona vereceğini, hatta tacını, tahtını da ona bırakacağını söyledi.

            O zaman asker cüceyi uzaklaştırdı. Kralı yerinden kaldırdı. Ona:

-       Ben sana bir iyilik yapacağım. Sen krallığına devam edeceksin, dedi. Beni de

Vezir  yapacaksın. Senin damadın ve vezir olarak yanında yaşayacağım. Hiç kimseye haksızlık yapılmasını sağlayacağım.

            Asker gerçekten sözünü tuttu. Ülkesini çok güzel yöneten bir vezir oldu. Herkese eşit davrandı, kimseye haksızlık yapmadı. Karısı ile birlikte mutlu bir hayat sürdü.

            Mavi fenere gelince, askerin üçüncü oğlu bir gün oynarken onu kırdı. Fener kırıldı. O günden sonra da cüce bir daha görünmedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder