Bir varmış, bir yokmuş… Alaaddin
adında bir oğlu olan dul bir kadın varmış. Alaaddin ve annesi çok yoksulmuş,
hayatları yokluk ve sıkıntı içinde geçiyormuş. Alaaddin para kazanmak için en
zor işleri yapıyor, çok uzak bölgelere muz toplamaya gidiyormuş. Bir gün
şehirden uzaktaki bir hurmalıkta yabani hurma toplarken garip bir yabancıyla
karşılaşmış.
Bu
iyi giyimli, sakallı adamın başındaki sarıkta parlak bir safir taş varmış.
Gözleri simsiyahmış ve bakışları insanın içine işliyormuş. Yabancı, Alaaddin’e
bir teklif yapmış:
- Buraya gel evlat! Gümüş bir para
kazanmak ister misin? diye sormuş.
Alaaddin
hayretle;
-
Gümüş
bir para mı? Böyle bir şeyi kazanmak için her şeyi yaparım, demiş.
-
Senden
bir şey istemiyorum. Sadece benim sığamadığım şu delikten aşağı in,
orada söylediklerimi yaparsan
karşılığını alırsın, diye konuşmuş adam.
Alaaddin,
adamın yerdeki ağır taşı kaldırmasına yardım ettikten sonra ufak tefek ve çevik
olması sayesinde daracık delikten zorlanmadan geçmiş. İçeride daracık bir
merdiven bulmuş ve dikkatle aşağı inmiş.
Aşağısı
parlak taşlarla dolu, büyük bir mağaraymış. Eski bir gaz lambasının cılız ışığı
yeraltını hafifçe aydınlatıyormuş. Alaaddin’in gözleri bu yarı aydınlık ortama
alışınca, çevresinde olağanüstü bir manzara olduğunu fark etmiş. Ağaçların
dallarından ışıl ışıl parlayan mücevherler sarkıyormuş. Mağaranın her tarafında
altın testiler ve içlerinde değerli taşlar bulunan mücevher kutularıyla
doluymuş. Alaaddin, gözlerine inanamıyormuş. Karşısında gerçek bir hazine
varmış. Şaşkınlığını henüz üzerinden atamamışken, yukarıdan gelen sesle
irkilmiş:
- Lamba! Lamba! Lambayı söndür ve sadece
onu getir bana!
Adamın
bu kadar mücevherin arasından sadece değersiz bir lambayı istemesine
çok şaşıran Alaaddin, onun bir büyücü
olduğunu düşünmüş.
Aladdin
lambayı almış ve merdivenleri tırmanmaya başlamış. Büyücü:
- Ver onu bana, demiş. Lambayı almak
üzere elini uzatarak tekrar onu hemen
ver, diye bağırmış.
Lambaya
bir an önce kavuşmak isteyen adam;
-
Lambayı
hemen vermezsen seni sonsuza kadar burada bırakırım, demiş.
-
Önce
dışarı çıkmak istiyorum!
-
Bunu
sen istedin! Diyerek deliği kapatmış.
Parmağındaki
yüzüğün fırlayıp aşağıya düştüğünü fark etmemiş. Alaaddin
birden ayağının altında bir şey
hissetmiş. Yerden alınca, bunun bir yüzük olduğunu fark etmiş. Yüzüğü parmağına
takar takmaz mağara gürültüyle aydınlanmış ve Alaaddin’in önünde beliriveren
pembe bulutun içinden bir cin çıkmış.
- Dile benden ne dilersen! Diye konuşmuş
cin.
Olanlara
şaşıran Alaaddin, karşısındaki dev görüntüye bakarak sadece:
- Evime gitmek istiyorum, diye
mırıldanmış.
Dileği
göz açıp kapayıncaya kadar yerine gelmiş. Oğlunu bir anda evin içinde
Gören annesi, ocağın başından kafasını
kaldırarak kapıya bakmış ve kapalı olduğunu görünce hayretle;
- İçeri nereden girdin? Diye sormuş.
Alaaddin,
başına gelenleri heyecanla annesine anlatmış. Annesi:
- Peki ya gümüş para ne oldu? Diye
sorunca, Alaaddin lambayı annesine
göstermiş. Onca maceradan sonra elinde
sadece bu lamba kalmış.
-
Üzgünüm
anne, ama elimde sadece bu var, demiş Alaaddin. Annesi;
-
Bu
lamba sağlam mı acaba, baksana ne kadar da kirli demiş.
Temizlemek
için lambayı ovuşturmaya başlamış. Birden lambanın ağzında
Çıkan dumanlar odayı kaplamış.
Dumanlar arasından bir cin belirivermiş ve:
- Yüzyıllardır bu lambanın içinde
yaşıyordum. Siz beni serbest bıraktınız, artık
benim efendimsiniz. Dileyin benden ne
dilerseniz, diye konuşmuş.
Şaşkınlıktan
Alaaddin ve annesinin ağzı açık kalmış, tek söz bile edememişler. Cin bir kez
daha sözlerini tekrarlamış ve annesinin yemek için bir şeyler hazırlamadığını
hatırlayarak;
- Bize içinde her şeyin bulunduğu bir
sofra donat! Diye emretmiş.
O
günden sonra, Alaaddin v annesi çok mutlu olmuşlar. Sihirli lamba sayesinde
her istekleri yerine geliyormuş. Yoksulluk
günleri geride kalmış. Zamanla Alaaddin de büyümüş, uzun boylu ve yakışıklı bir
genç olmuş. Annesi oğlunun iyi bir kızla evlenip yuva kurmasını istiyormuş. Bir
gün Alaaddin Pazar yerinden geçerken iki kişinin taşıdığı tahtırevanın içinde
Sultanın kızını görmüş ve ona aşık olmuş. Eve gidince olanları annesine
anlatmış, annesi de oğlu için saraya gidip Sultanla konuşmaya karar vermiş.
Ertesi gün, annesi Sultanın huzuruna çıkmak üzere içi eşsiz mücevherlerle dolu
bir kutu hazırlamış. Mücevherlerle dolu kutuyu çok beğenen Sultan kadını
huzuruna çağırtmış.
Kadının
geliş nedeni anlaşılınca, Sultanın kızı Halime ile evlenme hayalleri kuran
Vezir, Sultanı etkileyecek şeyler söylemiş. Sultan da Alaaddin’in annesine
oğlunun zenginliğini ve gücünü gösteren bir armağanla huzuruna çıkması
gerektiğini söylemiş.
Sultan,
eğer oğlun kızımla evlenmek istiyorsa, yarın bana kırk köle yollasın. Her köle
için değerli taşlarla dolu küpler taşısın. Bu değerli hediyeleri korumak için
de peşlerinden kırk asker gelsin, diye sözlerine son vermiş.
Bunları
duyan kadın üzüntüyle evine geri dönmüş. Sihirli lambanın bu kadar büyük bir
isteği karşılaması çok zormuş. Alaaddin lambayı almış, çok daha kuvvetlice
ovuşturmuş, karşısına çıkan cine isteklerini sıralamış. Cin Alaaddin’in
isteklerini duyar duymaz üç kez elini çırpmış ve hemen oracıkta eli kolu
mücevherlerle dolu kırk köle belirmiş. Peşlerinde de mücevherleri koruyan
nöbetçiler varmış. Ertesi gün, sultan gördükleri karşısında hayretler içinde kalmış.
Daha önce böylesine büyük bir zenginlik görmemiş. Tam Alaaddin’i kızına eş
olarak kabul etmek üzereymiş ki kıskançlıktan ne yapacağını bilemez hale gelen
veziri Sultana:
- Peki kızınız ve damadınız nerede
yaşayacaklar Sultanım? Diye sormuş.
Bu
beklenmedik soru karşısında bir an şaşıran, gözünü para hırsı bürümüş
Sultan, Alaaddin’e hemen büyük ve
görkemli bir saray yaptırmasını söylemiş. Alaaddin, Sultanın isteğini duyar
duymaz evine dönmüş; cin ile konuşmuş. Cin göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir
sürede isteği de yerine getirmiş. Eskiden bakımsız olan topraklarda şimdi
görkemli bir saray yükseliyormuş. Artık bu düğüne kimse engel olamazmış
Özellikle de Sultan, böyle zengin ve güçlü bir damat bulduğu için herkesten
daha mutluymuş. Alaaddin’in inanılmaz şansı ve zenginliğini duymayan kalmamış.
Bir gün, Alaaddin’in sarayının penceresi
altında garip bir satıcı belirmiş. Satıcı, Prenses’e:
- Eski lambalar alırım! Diye selenmiş.
Aladdin’in
bu sırrını yalnız annesi biliyormuş, o da kimseye söylememiş. Sultanın
Alaaddin ile evlenen kızı Halime de bu
konuda bir şey bilmiyormuş. Eski lambayı bu yeni lambalardan biriyle
değiştirirse Alaaddin’i sevindireceğini düşünmüş. Ama bu lamba o satıcının
eline geçince Alaaddin’in hiçbir gücü kalmamış. Lambayı ele geçiren büyücü,
lamba cininden, sarayın içindeki prensesle birlikte başka bir yere taşınmasını
dilemiş.
Alaaddin
ve Sultan şaşkınmış. Olanların sihirli lambadan kaynaklandığını sadece Alaaddin
biliyormuş. Onu inanılmaz bir zenginliğe kavuşturan cini gelmiş, dilek dilemek
için bir şansı daha varmış. Hemen yüzüğü bulup parmağına geçirmiş; ovuşturunca
ortaya çıkan cine:
- Beni karımı esir alan büyücünün yanına
götür, demiş. Sözünü bitirir bitirmez
kendini sarayının içinde bulmuş.
Perdenin arkasına saklanmış, karısı büyücüye hizmet ediyormuş. Yavaşça
Prenses’e seslenmiş. Alaaddin’in orada bulunduğunu fark eden Prenses:
Alaaddin
buraya nasıl geldin? Diye sormuş. O da karısından sessiz olmasını, orada
olduğunu büyücüye fark ettirmemesini istemiş. Elindeki tozu karısına uzatarak
bunu büyücünün çayına karıştırmasını söylemiş. Büyücü çayı içer içmez derin bir
uykuya dalmış.
Alaaddin
her yerde sihirli lambayı aramış, ama bulamamış. Mutlaka buralarda bir yerlerde
olmalı demiş. Lambanın yardımı olmadan sarayı buraya nasıl taşıyabilirdi ki?
Diye sormuş kendi kendine. Horlayan sihirbaza bakmış ve adamın dayandığı büyük
yastığın arkasını kontrol etmiş. Lamba oradaymış. Alaaddin hemen lambayı
ovuşturmuş. Lambadan çıkan cin, Alaaddin’e:
- Hoş geldiniz, Efendim! Bunca zamandır
beni neden başkasına hizmet etmek
Zorunda bıraktınız? Diyerek onun
gelmesine ne kadar sevindiğini belirtmiş.
Alaaddin
de cine:
- Neyse ki artık benim yine
hizmetimdesin, demiş. Benim yanımda olduğunu
Bilmek çok güzel, diye eklemiş. Bu
kötü kalpli büyücüyü o kadar uzak bir yere gönder ki bizi bir daha bulamasın!
Diye emretmiş.
Cin
memnuniyetle gülümsemiş ve elini çırpar çırpmaz büyücü ortadan kaybolmuş
Olup bitenler yüzünden hayli korkmuş
olan Halime, Alaaddin’e yaklaşmış ve ona:
-
Neler
oluyor, bu cin de neren çıktı? Diye sormuş. Alaaddin de:
-
Sakin
ol, artık her şey yoluna girecek, demiş ve en başından başlayarak
Olanları ona anlatmış.
Nihayet
her şey eskisi gibiymiş. Alaaddin’le karısı sevinçle birbirlerine sarılmışlar.
Halime, çok uzaklardaki babasına duyduğu özlemle, Alaaddin’e tekrar geri dönüp
dönemeyeceklerini sormuş. Alaaddin, gülümseyerek ona bakmış;
- Bir mucize sayesinde buraya kadar
geldik, aynı mucize sayesinde tekrar
Ülkemize dönüp sonsuza kadar mutlu
yaşayabiliriz, diye cevap vermiş.
Bu
arada Sultan, kızı damadı ve onların görkemli sarayı ortadan kayboldu diye çok
üzülüyormuş. Ancak elinden hiçbir şey gelmiyormuş, çaresizlik içindeymiş. Bu gariplikleri açıklasınlar diye ülkenin
ileri gelenlerini saraya çağırmış.
Kıskançlık
ve kinle dolu vezir sürekli, Alaaddin’in şansının sonsuza kadar sürmeyeceğini
biliyordum. Diye konuşuyormuş. Herkes Alaaddin’le Halime’yi görmekten umudu
kesmek üzereymiş ki, çok uzaklardaki Alaaddin, lambayı yine ovuşturmuş, cine:
- Beni, karımı ve sarayımızı hemen
ülkemize geri götür! Diye emretmiş.
Bunu
duyan cinin parmağının bir hareketiyle saray yerden havalanmış ve
gökyüzünde süzülmeye başlamış. Artık
geri dönen saray yeniden eski yerine konmuş. Alaaddin ve Halime de Sultanla
kucaklaşmaya koşmuş. O günden sonra hepsi bir arada mutlu bir şekilde yaşayıp
gitmişler…
sihirli halı bu masalda değil miydi? benim bildiğim alaaddin çıkan cinden 1- güzel bir kız 2- çok para 3-sihirli bir halı istiyordu. sevgilisinin adı da yasemindi.
YanıtlaSil